MİLLÎ KİMLİĞİMİZ ANAYASA'DA VURGULANMALIDIR
Kanun-i Esasi olarak yürürlüğe koymamızdan başlayarak, 135 yıl zarfında değişik tarihlerde 6 yeni Anayasa yaptık. Bunların her biri hazırlanırken ülkemizde büyük problemler yaşanıyor, dar boğazlardan geçilmeye çalışılıyordu. 1876'da Kanun-i Esasi'nin hazırlık çalışmaları yapıldığı günlerde düvel-i muazzama'nın isteğiyle İstanbul'da Tersane Konferansı toplanmıştı. Osmanlı Devleti'ne Rumeli'de ayaklanma halinde olan Hıristiyan tebaasına otonomi anlamında siyasal statü tanınması, bağımsızlıklarını özerklik adıyla tescil edilmesi hususunda baskı yapılıyordu. Meşrutiyet ikinci defa 1908'de Türk, Yahudi, Rum, Ermeni / Gördük bu rûzirûşeni gösterileriyle ilân edilirken ittihatçılar problemlerin çözüleceğine samimiyetle inanmışlardı. Çünkü Genç Osmanlıların başlattığı İttihad-ı Anâsır politikasının başarılı olacağına, Osmanlı vatandaşlığı üst kimliği altında eşit konuma getirilen bütün ahalinin, Müslüman ve Hıristiyan unsurların devlete sadakatle bağlı kalacağına kaniydiler. Ancak etnik temelli siyasal taleplerin, milletleşme girişimlerinin etnik nitelikli ödünlerle çözülemeyeceği kısa zamanda görüldü. Hıristiyan unsurların hepsi bir yıl bile geçmeden siyasal projelerini art arda hayata geçirdiler. Devlet-i Aliye'nin sadık tebaası olarak ortada millî kimliklerini, diğer unsurları rencide etme kaygısıyla telaffuzdan bile çekinen Türkler kaldı.
KÜRTÇE EĞİTİM DİLİ OLAMAZ
Anayasa'da gerekli düzenlemeler yapılarak, Türkçe dışındaki dillerin de okullarda okutulup öğretilmesine imkân tanınması için yapılan girişimlerin asıl amacının Kürtçe'yiTürkçe'yle birlikte kamusal alanda kullanılır duruma getirmek olduğu aşikârdır. Ülkemizin en büyük sorunu olan ırkçı-ayrılıkçı Kürtçülük hareketinin sözcüleri her vesileyle bu yöndeki taleplerini dile getiriyorlar; hatta bunun terör örgütünün silah bırakmasının ön şartı olarak ileri sürüyorlar.
Terör yöntemiyle Türkiye toprakları üzerinde iki milletli bir yapı inşa etmenin mümkün olmadığını gören terör örgütü, yeni anayasa üzerinden amacına ulaşmak istiyor. Etnik fitneyi terörist bir hareket olarak görmeyen, isteklerini haklı ve meşru sayan, devleti bu isteklerini yerine getirmediği için suçlayan bazı liberal ve solcu çevrelerin demokratikleşme adına bu paralelde tavır almaları, Türkiye'yi yeni anayasa konusunda kritik bir noktaya getirmiş bulunuyor. Kürtçe öğrenmek hususunda şu anda hiçbir engel yoktur. TV dahil her türlü Kürtçe yayın yapılabiliyor; kurslar açılabiliyor, kitap, dergi ve gazete çıkarılabiliyor. Bazı üniversitelerde YÖK'ün icazetiyle Kürdoloji Enstitüleri kurulmuş bulunuyor. Bunlarla yetinmeyerek Kürtçenin eğitim dili olmasını istemek demokratik bir hakkın kullanılması değil, doğrudan devletin üniter yapısının zedelenmesi, toplumun Anayasa üzerinden resmen ayrıştırılması anlamına gelir.
SİYASİ PARTİLER KANUNU DEĞİŞMELİ
Yeni bir anayasa yapılması sürecinde Seçim Kanunu ile Siyasî Partiler Kanunu'nun ele alınarak demokratik sistemin işleyişini aksatan hükümleri daha fazla geciktirilmeden düzeltilmelidir. Bu cümleden olarak bazı Avrupa ülkelerinde uygulanan dar bölge ve çoğunluk sistemi ile daha adil bir temsil tablosunun ortaya çıkması sağlanabilir. Bu arada çok tartışılan seçim barajı meselesi de böylelikle çözülmüş olur. 550 milletvekilinden 100'ünün Türkiye Milletvekili olarak ayırt edilmesi bu seçimlerde % 3'ün üzerinde oy alan partiler arasında aldıkları oy oranına göre taksim edilmesi siyasî görüşlerin Meclise daha adil bir şekilde yansıtılmasını sağlayacak bir yoldur.
Siyasi Partiler Yasası bugünkü haliyle parti genel başkanlarını tek seçici konumuna getiriyor, tek söz sahibi ve belirleyici kılıyor. Böylelikle genel başkanların iç eleştirme imkânı ortadan kalkıyor. Soru-cevaplarla devam eden konuşmanın sonunda Av. Necati Bulutay'a Türk Ocağı Tabağı ve Kupası Yücel Türe ve Prof. Dr. Nazmi Polat tarafından takdim edildi.