Bugün Polis Haftası nedeni ile Türk Polis Teşkilatı’mızın tarihsel köklerinden başlayarak polislik mesleğinin maneviyatına ve toplum içindeki yerine değinmek istedim.
Her yıl 10 Nisan’da başlayan Polis Haftası, sadece bir kutlama değil, aynı zamanda milletçe şükran duygularımızı ifade ettiğimiz özel bir zaman dilimidir.
180 yıl önce kurulan Türk Polis Teşkilatı, bugün sadece bir güvenlik gücü değil, aynı zamanda halkın huzuru, devletin kudreti ve adaletin temsilcisi olarak görev yapmaktadır.
Türk Polis Teşkilatı, 10 Nisan 1845 tarihinde “Zabtiye Müşirliği” adıyla İstanbul’da kurulduğunda, Osmanlı İmparatorluğu önemli bir dönüşüm sürecindeydi.
Tanzimat Fermanı ile birlikte halkın güvenliği, asayişi ve kamu düzeninin sağlanması için kurumsal bir güvenlik yapılanması zorunluluk haline gelmişti.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte teşkilat da yeniden yapılandırıldı, çağın ihtiyaçlarına uygun olarak güçlendirildi.
Bugün Emniyet Genel Müdürlüğü çatısı altında faaliyet gösteren teşkilat, asayişten terörle mücadeleye, narkotik suçlardan siber güvenliğe kadar geniş bir yelpazede görev yapmaktadır.
Bu süreçte şehitler verdik, gazilerimiz oldu…
Ama hiçbir zaman milletimizin güvenini sarsacak bir geri adım atılmadı.
Teşkilat, kurulduğu günden bugüne kadar yalnızca kanunları değil, aynı zamanda halkın değerlerini ve vicdanını da korumayı görev bilmiştir.
Polislik, diğer mesleklerden farklıdır.
Bir mühendis projeyle uğraşır, bir öğretmen sınıfına girer, bir doktor hastasını muayene eder.
Ama bir polis, hem yolda yürürken, hem evindeyken, hem de çocuğunu okula götürürken görevdedir.
Görev tanımı yoktur; çünkü tehlike saati belli etmez, suç adres belirtmez, acil durumlar zaman tanımaz.
Bu yüzden polislik sadece bir meslek değil, 7 gün 24 saat süren bir yaşam biçimidir.
Bu yaşam biçiminin temeli, vatan sevgisi ve insan onuruna duyulan saygıdır.
Bir polis, yeri geldiğinde bir çocuğun başını okşar, yeri geldiğinde kurşunlara göğüs gerer.
Toplumun huzuru için kendi huzurundan, hatta canından vazgeçmeyi göze alır.
Bu, dünyadaki hiçbir maddi karşılıkla ölçülemeyecek kadar büyük bir maneviyattır.
Bugün polis denince sadece suçla mücadele eden bir güç akla gelmemeli.
Polis, aynı zamanda mahallede yaşlı bir teyzenin elinden tutan, kaybolan bir çocuğu ailesine kavuşturan, intihar etmek isteyen bir genci ikna eden kişidir.
Modern polislik anlayışı, halkla iç içe olmayı, güven inşa etmeyi, empati kurmayı esas alır.
Çünkü güven, yalnızca cezai yaptırımlarla değil, gönül köprüleri kurularak sağlanır.
Bu bağlamda, polis halkın dostudur söylemi, bir slogandan ibaret değil, bir idealin yansımasıdır.
Polis teşkilatı, halkıyla arasındaki bu manevi bağı ne kadar güçlendirirse, toplumdaki huzur ve adalet duygusu da o kadar pekişir.
Bugün bu satırları ben yazabiliyorsam, siz huzur içinde okuyabiliyorsanız, bunun bir bedeli olduğunu unutmamalıyız.
O bedeli, görev başında şehit düşen binlerce polisimiz canıyla ödedi.
Arkasında gözü yaşlı bir eş, babasız büyüyen çocuklar, bir ömür süren acılar bırakarak…
Onlar, bu milletin evlatlarıydı.
Bizim gibi düşünen, hayal kuran, seven insanlardı.
Ama bir farkla; onlar, bizim için kendilerinden vazgeçti.
Bu vesileyle başta Gaffar Okkan gibi unutulmaz emniyet müdürleri olmak üzere, tüm şehit polislerimizi rahmetle anıyor; gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.
Onların bıraktığı miras, sadece birer hatıra değil, birer sorumluluktur.
Polis Haftası, bizlere sadece bir haftalık takdir görevi yüklememeli.
Her gün, her sokakta, her kararda polisimizin yanında olmalı; onlara saygı, destek ve dua ile yaklaşmalıyız.
Unutulmamalıdır ki, devletin bekası, toplumun huzuru ve bireylerin güvenliği; ancak görevini layıkıyla yapan bir polis teşkilatıyla mümkündür.
Bu duygu ve düşüncelerle Türk Polis Teşkilatı’mızın 180. kuruluş yıl dönümünü kutluyor; görevini en zor şartlarda bile onurla sürdüren tüm emniyet mensuplarımıza başarılar diliyorum.