(Dünden devam)
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 3. Maddesi'nde:"Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir" (6) yazmasına ve 62. Madde'sinde:"Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır." (7) demesine ve 42. Maddesi'nde de. "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez" (8)denmesine rağmen, Türkçe'yi, "tarih" ve "kültür" değeri kabul edilmemiş olacak ki, bugün, Türkçe korunmaktan çok uzaklardadır ve bâzıları gaflet ve ihânetle Türkçenin "ana dil" olarak başka dil(ler) ilâve etmek peşindedirler.
"Türkiye'deki dil zevksizliğinin, Türkçe yozlaşmasının önüne devletimiz geçmeliydi. Ama devletimiz, üzerine düşeni yapmıyor. Yapamıyor. Şimdi çok önemli bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum.Fransa'da bundan 365 yıl önce, bir dil akademisi kuruldu. Fransa'da 365 yıl sonra Fransız dilinin kullanılmasıyla ilgili olarak çok önemli bir kanun daha çıkarıldı. 665 sayılı Fransız kanununun bazı maddeleri şöyle ( Ben, buraya sâdece birinci maddeyi alıyorum):
"Madde - 1: Anayasada, cumhuriyetin dili olarak kabul edilmiş olan Fransız dili, Fransa'nın kişiliğini ve ata mirasını gösteren temel unsurdur. Eğitim, çalışma, kamu ilişkileri ve hizmetleri için kullanılacak dil, Fransızca'dır." (9)
Her şey bir yana; Fransızca'nın "Fransa'nın kişiliğini ve ata mirasını gösteren temel unsur" olarak takdîmi, bize örnek olacak bir durumdur.
Bugün; "Türk Dünyâsı Türkçesi" hedefinde olması gereken fikir dünyâmız, güzel Türkçemizi, maalesef yalnızlığa itmiştir.
Hem maddî ve hem de mânevî kıymetlerimizi barındıran Türk Dünyâsı Coğrafyası'nın, bir başka ifadeyle "Türk Dünyâsı Yurtları'nın Hâfızası"nın, doğrudan doğruya "Türkçe" olduğu asla unutulmamalıdır.
"Coğrafya Dili"; bütün bu "ata miras"larının hayat sürdüğü mekânlardır. Bu dil, öyle bir dildir ki, Yahya Kemal'in dediği gibi, hem "hudutlar koptuğu zaman bile kopmaz" ve hem de "hudut aşırı"dır ve zaman olarak da, mâzî ile, günü ve geleceği irtibatlandırır.
Coğrafya Dili, kelimelerin "toprak" la kaynaşmasıdır. Böylece; milletin, yeryüzündeki mâl-ı mîrî ve tapu senedi hükmünde olur. Bu bakımdan, "Türk yurtları'nın her toprak zerresini vatan hâline getiren canlı, hayat ifadeleri vardır. Bunların isimleri mevcut oldukça, hâlâ diridirler.
Hayatın içinde bulunmayan dil, ömür süren / yaşayan bir dil olabilir mi?
İnsan, hayvan ve bitkiden her çeşit cansıza kadar verilmiş isimler bugün hâlâ yaşıyorlarsa, onun mensubu olduğu millet de yaşıyor demektir. Caddelere, sokaklara, köylere, mahallelere, şehirlere, devletlere, câmilere, hamamlara, köprülere, dergâhlara, çeşmeler ve her türlü mîmârî eserlere, yemeklere, sayılara verilen isim ve sıfatlar canlı olduğu müddetçe o millet ayaktadır demektir.
Hattâ; o milletin târihte kullandığı fiiller, bağlaçlar, zamirler, zarflar ve ünlemler, ifadeye çalıştığımız "yurtlar"dan intikal etmesi gereken büyük değerlerdir.
Dağ, ova, tepe, nehir, deniz...isimleri de bu cümledendir.
Malazgirt Ovası, Kosova ile, Çukur Ova veya Konya Ovası, bizde aynı hissi mi uyandırır? Altay ve Tanrı Dağları ile, Everest'e aynı gözle mi bakarız? Nerede Türk izi, sesi, heyecanı, kükreyiş veya sükûneti var, ona bakarız, değil mi?
Şu ânda, birçok şehrimizde yeniden canlandırılan yabancı coğrafya isimleri, Anadolu'nun bir Türk Yurdu olarak hâfızasının silinmesi gayretinden başka bir şey değildir.
"Gaspıralı İsmail Bey, İstanbul Türkçesinin yaygınlaşmasını istiyordu. Dolayısıyla Türk Dilini yabancı unsurlardan temizlemek, dilimizdeki Arapça ve Farsça tabirlerden vazgeçmek, mahallî tabirler yerine Osmanlıcadaki, yâni İstanbul Türkçesi'ndeki tabirleri kullanmak gerekir diyordu. Kırım'da, Azerbaycan'da ve Türkistan'da, Rusça, Türkçemize bulaşmasın istiyordu.
(...) Gaspıralı İsmail Bey, Bahçesaray şehrinde bir süre belediye başkanlığı da yapmıştı. Vefat ettiği zaman Zincirli Medresesi'nin bahçesine gömüldüğünü biliyordum.
Ruslar, kendi fikir ve sanat adamlarına çok büyük önem veriyor; onların evlerini müze haline getiriyor, büstlerini, heykellerini yapıyor, mezarlarını koruyorlar. Aynı uygulamayı Gaspıralı İsmail Bey için de yaptıklarını sanıyordum. Yanıldığıma dehşetle şahit oldum. Önce gördüm ki Gaspıralı'nın Bahçesaray'da yaşadığı iki katlı ev müze değildir. İçinde iki Rus aile oturmaktadır. Sonra Zincirli Medresesi'nin bahçesine girdiğim zaman bana anlattılar ki:
Moskova, Gaspıralı İsmail Bey'in mezarını tamamen ortadan kaldırmış ve oraya kocaman bir domuz ahırı kondurmuştur. Peki niçin? Gaspıralı İsmail Bey, bütün Türk Dünyasında "Dilde, fikirde, iş'te birlik" sağlamaya çalıştığı için!" ( 10)
(Devamı yarın)