Yahya Kemal Beyatlı, bizde, vatan fikri ile, dil münâsebetini keşfeden ve görüş ileri süren belki de ilk şâirdir.
Diyor ki; "Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemal'in, bu fikri kalbimizde yeni bir nefesle uyandırdığı günden beri uyanığız. Onun vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şâiri çıkıp da lisan fikrinin kutsîliğini uyandırsaydı, bize gösterseydi ki bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar; Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın gövde ve rûhu Türkçedir." (1)
İşin özü: Dilini kaybeden bir millet, hâfızasını da kaybeder.
Burada, birkaç husus üzerinde durulabilir. Çünkü; söylenenler, sâdece tecrübelerin değil, ilmin de gereğidir ve hepsi de çok önemlidir. Fakat, bunlardan birine dikkat çekmek istiyorum. Bu; "lisan fikrinin kutsîliği" ve onu "uyandır"ma düşüncesidir.
Nasıl ki, "Vatan sevgisi îmândandır", dili korumamız ve geliştirmemiz de, bize, hem millî ve hem de dînî bir emirdir. Çünkü; Allahü Teâlâ, Rûm Sûresinin 22. âyetinde, -meâlen- şöyle buyurmaktadır: "Gökleri ve yeri yaratması ve dillerinizin çeşit çeşit, renginizin türlü türlü oluşu da yine o delâilden (delillerden)dir." (2)
Böyle mühim bir mes'elede, bugüne kadar, câmilerimizde vaaz ve hutbelerde, bir defa olsun "dilin / lisânın" korunması geliştirilmesi hususunda bir söz söylendiğini duymadım.
Kaldı ki; 'dil'in korunması, bir başka yönden, onun yabancı lisanlara ve uydurma kelimelere karşı da mücâdelesini gerektirir. Elbette ki, bu kadar da değil; dil, argolaşıp müstehcenleşirse millî kültürde de heyelan başlar. Bu da; hem dînî ve hem de millî tavır ve heyecanda bozulmayı, gerilemeyi ve çökmeyi hazırlar.
"Aynı dili konuşan insanlar "millet" denilen sosyal varlığın temelini teşkil ederler. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın veya kitle olmaktan kurtararak, aralarında "duygu ve düşünce birliği" olan bir cemiyet, yani "millet" hâline getirir." (3)
"Her yeni nesil ile birlikte, milletler, millî kültür ve medeniyetler, millî müesseseler, kendilerini hem devam ettirirler, hem güçlendirirler, hem de yenilerler.
"Millî dil" de öyledir. O da nesilden nesle intikal ederken hem kendini korur, hem kendini geliştirir, hem de yeniler. Bir taraftan kendi iç tekâmüle ile, bir taraftan kültür temasları ile, bir taraftan ilim ve sanat kadrolarının gayretleri ile zenginleşen ve güçlenen "millî dil", gerçekten de bir milletin "dünü" ile "yarını" arasında tam bir mânevî köprü vazifesi yapar; "millî" ve "beşerî" tecrübeleri, gelecek asırlara intikal ettirir.
Millî dil, sadece yaşayan nesillerin dili değildir. O, geçmiş ve geleceği ile bir milleti kucaklar." (4)
Bu da gösteriyor ki, dil, milletimizin bütün maddî ve mânevî kültür değerlerini 'barındırır" ve nesillere nakleder. Hâliyle; târihî seyir içinde, onda, millî, dînî ve beşerî bütün değerleri kayıt altına alınmış buluruz.
Bir dilde; bir kelime veya bir tâbir ne kadar çoksa ve bunlar, ne kadar çok mânâyı ifadelendirip iş görüyorsa, o dil o kadar zengin ve kıvraktır.
Meselâ; Türkçemizde "kişi, zat, fert ve şahıs" kelimelerimiz, çoklukları îtibâriyle; "gül" kelimemiz mânâ fazlalığı îtibâriyle zenginlik arzeder.
Bunlar, atasözlerimizde, tekerlemelerimizde, mânîlerimizde, deyimlerimizde, gönüllerimizi süsleyen tarihten süzülüp gelen millî emânetlerimizdir.
"Bir milletin dili, birinin yerine diğeri konulacak şekilde, bir kelime ve tâbir yığını değildir. Dil, asırlar içinde ve nesilden nesillerin hâfızasında dövüle yoğrula yerleşmiş bir mânâ, his ve hayâldir.
(...) Dil, kelime ve tâbir olarak maddîdir. Fakat mânâ, maksat, his ve hayâl tesisine vâsıta olarak milletin mânevî hayâtının başta gelen elemanıdır. Dilin her kelimesi ve tâbiri arkasında bir târih yaşar. Millet ise, târihin yapıp yoğurduğu bir birliktir."(5)
Öyleyse; buradan, milletin "mânâ, his ve hayâli"yle, "târihi"yle ve bu münâsebetle de 'milletin birliği' ile oynamak düşüncesine varabiliriz. Şu ânda; 'uydurma" kelimeler ile 'yabancı'kelimelerin Türkçemizi istilâ etmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu göstermeye kâfidir.
Bizim, Türk Milleti olarak, atalarımızın mânâ kazandırdığı, hislerinden ve hayâllerinde unsurlar kattığı bu güzel kelimelerimle, hiç kimsenin oynamasına fırsat vermememiz lâzımdır.
(Devamı yarın)