Şentop, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) ev sahipliğinde Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Türkiye'de Anayasalar ve Siyaset" konferansındaki konuşmasında, hukukun sadece bir uzmanlık alanı değil, hayatın her alanıyla ilgili düzenleme alanı olduğunu ama çoğu zaman insanların bunun farkına varmadığını söyledi. Birden çok insanın yaşadığı yerde anlaşmazlıkların kurallarla çözülebildiğine işaret eden Şentop, bu noktada devlet hukuk ilişkisi bağlamına karşılarına anayasaların çıktığını dile getirdi. Bir düşünce adamı büyüklerinin, "Türkiye 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle 2. Dünya Savaşı'nın mağlupları arasına geçirilmiştir darbeciler tarafından" dediğini anlatan Şentop, şöyle devam etti: "Hakikaten bu anlayışla anayasa hazırlanıyor. 1950'den 60'a kadar dönemde serbest seçimler yapılıyor ve Türkiye'de daha önce uzun süre yönetmiş bürokratik siyasi elit kazanamıyor. Cumhuriyet Halk Partisi, siyasi parti olarak serbest seçimleri 14 Mayıs 1950 kaybediyor ama o zamana kadar Cumhuriyet Halk Partisi sadece bir siyasi parti değil, bürokratik siyasi elitin Türkiye'de bütünleştiği bir yapı. Sonra seçim oluyor, 54'te tekrar kaybediyor, 57'de kaybediyor. Daha sonra seçim olacak konuşuluyor ama kaybetme ihtimali yüksek. Dolayısıyla Türkiye'de tekrar seçimle iktidara gelemeyen bir siyasi görüşün, seçim olmadan nasıl iktidara gelebileceği konusu konuşuluyor. Bunun akla gelen ilk yolu da askeri darbedir. Darbeyle ilgili ilk hazırlıklar, 1954 seçimleri sonrasında başlıyor, ordu içerisindeki bazı yapılanmalar. Nitekim 14 Mayıs 1950 siyasetin zaferi, 27 Mayıs 1960 da birçok siyaset bilimci tarafından bürokrasinin rövanşı olarak görülür. Yani seçimle iktidara gelemeyen bir anlayışı seçim olmadan iktidara getirmek."
Türkiye'yi seçimsiz tek partili yönetimle yönetemeyeceklerini gören anlayışın farklı arayışlar içine de girdiğini belirten Şentop, "Seçimli iktidara gelemeyen anlayışı seçimi kazanamasa da iktidara getirecek, kaybetse de iktidarda tutacak bir formül. Anayasa bu anlayışla, siyasetin alanını büyük ölçüde etkileyen, daraltan yaklaşımla hazırlanıyor. Yani, 'Biz gelmesek, başkaları da gelse ama bizim yöneteceğimiz gibi yönetsinler' anlayışı." diye konuştu. Şentop, 2002'ye kadar Türkiye'nin vites yükselterek gaza basmak istediğinde frene basıldığının altını çizerek "Siyasetçi ülkeyi tek kendisinin yönettiğini, seçim kazanmış, gelmiş, hükümet kurmuş, başbakan olmuş, yönettiğini zannediyor ama öğle değil. Yan taraftaki zaman zaman müdahale ediyor. Bazen kritik noktalarda, kavşaklarda kumandayı eline alıyor, yönetimi eline alıyor. 2. Dünya Savaşı sonrası anayasa bu Türkiye'de de geçerli kılınıyor 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra. Türkiye'nin anayasayla ilgili problemi o tarihlerden itibaren başlıyor." diye konuştu.
"Türkiye'de halkın yapacağı bir anayasa olması lazım"
Türkiye'nin yeni anayasa yapacak güçte olduğunu vurgulayan Şentop, şöyle devam etti: "2002'den itibaren Türkiye'de yavaş yavaş anayasa-siyaset arasındaki ilişki değişmeye başladı. Bu ilişkiyi, anayasa-siyaset dengesini, toplamı mesela 100 olan bir gücün dağılımı olarak görürsek diyelim ki burada bürokratik yapının, oligarşinin gücü 70. Siyasete 30 alan tanınmış mesela. Bu aktörlerden birisi güç alanını artırırsa diğerinin gücünü de azalmak anlamına geliyor aynı zamanda. Siyaset daha önce bu tür sağdaki adamın müdahalelerine fazla ses çıkarmamış. Bunu bir realpolitik olarak kabul etmiş. 'Demek ki biz bilmiyoruz, sınırlarımız böyleymiş' diye kabul ederek kabul etmiş ama 2002'den itibaren Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğindeki hareket seçildikten sonra bunu fark edince sağdaki adamla tartışmaya başlıyor. 'Sen niye karışıyorsun arkadaş? Halk bizi seçti, sen işine bak' diye yavaş yavaş bu tartışma büyüyor. Bu, siyasi mahiyette bir tartışma. Bu tartışma büyüyor, sağdaki adamı indiriyor. Fakat sağ taraftaki mekanizma durduğu için adamı indirmek yeterli değil, bir başkası gelip yine oraya oturabilir. Gözü orada başkalarının da. Yapılması gereken, sağda aracı kumanda etmeye imkan veren o mekanizmaları sökmek, aracı normalleştirmek. Bu bir siyasi mücadele, milletin verdiği yetkiye sahip çıkma, bürokratik oligarşiyle mücadele etme. Herkesi kendi sınırları içerisine çekmeye çalışmanın mücadelesi devam ederken bunu aynı zamanda bir teknik metin halinde çözüme kavuşturmak lazım. Yavaş yavaş bununla ilgili adımlar atıldı. Önce 2010'da bazı değişiklikler yapıldı. 2011'de yeni seçilen Meclis'in birinci gündemi yeni anayasa yapmak oldu. Anayasa Uzlaşma Kurulu kuruldu. Orada ciddi mesafeler de alındı. Tam mutabakat halinde, yüzde 50'ye yakın anayasa formülasyonu çıktı ama sonuç alınamadı."