Duyduğum, yaşadığım ve okuduklarımdan tespit edebildiğim kadarı ile, Türk Milleti, hiç kimseye durup dururken dokunmamış, kimsenin hakkına tecâvüz etmemiş, riyâya sapmamış, aksine; her işinde açık yürekli olarak, mertçe, hakkı ve adâleti müdafaa etmiş, mazlûmu korumuş ve her kim olursa olsun ve hangi şartta bulunulursa bulunulsun mağdura yardım etmekten de çekinmemiştir.
Türk düşmanlarının "Kızıl Sultan" olarak vasıflandırarak büyük iftirada bulundukları ve buna yerli işbirlikçi gafillerin de katıldığı, ancak; Necip Fâzıl gibi bir millî dehânın "Ulu Hakan" ve Türklük ülküsünün yılmaz temsilcisi Hüseyin Nihal Atsız'ın ise, "Gök Sultan" diye hak teslimi yaptığı İkinci Abdülhamîd Han'ın, bütün bu sömürgeci istilâcılara karşı verdiği, târihin her çağına ışık tutacak mücâdelesi, emsâli az bir numûne teşkil etmektedir.
Bu durumu, hep berâber, Nihal Atsız'ın kaleminden okuyalım:
"Toplumun en büyük haksızlığa uğramış tarihî şahsiyetlerinden biri, II. Abdülhamîd’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihânetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişah kaatil, kanlı, müstebit, kızıl sultan, câhil ve korkak olarak tanıtılmış, dâima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır.
(...) Sultan Hamid’i iyice anlamak için tahta çıktığı zamanı iyi bilmek lâzımdır. Sultan Aziz’in son zamanlardaki çöküntü sırasında, memleketi yürütmek için beliren iki akımdan liberalizmi V.Murat, muhafazakârlığı II.Abdülhamid temsil ediyordu. Liberaller, İngiltere ve Fransa’ya bakarak parlamento ile her şeyin düzeleceğine inanıyor, muhafazakârlar, 30 milyonluk imparatorlukta 10 milyon Türk’ün hâkimiyetini sağlamak için mutlak idâreye lüzum görüyordu. Masonlar, Sultan Murad’ı da mason yapmışlardı. Gerçek yüzünü Sultan Murad’a göstermeyen masonluğun arkasında ise Yahudilik ve Avrupa emperyalizmi vardı."
( Bknz: Nihal Atsız, Abdülhamîd Han (Gök Sultan), Ocak Dergisi, 11 Mayıs 1956)
Bugün, aynı ateş çemberinin etrafımızı ihâta ettiğini ve her adımda, bize, sinsice biraz daha yaklaşarak özümüzü yakıp-kavurmak arzusunda olduğunu hissetmiyorsak, gafletimiz devam ediyor demektir. Zâten, çektiğimiz bütün sıkıntıların temelinde de bu vardır!
Necip Fâzıl'ın; "Sırtına, Türk tarihi"nin "vurul"duğu "Sakarya", işte burada, "Öz yurdunda garip" ve "öz vatanında parya" olarak bırakılmak istenen Ulu Hakan/Gök Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın tâ kendisidir.
Atsız, ibretlik yazısına şöyle devam ediyor:
" İlk Meşrutiyet Meclisindeki Hıristiyan mebuslar, Türkiye’nin bir an önce parçalanması için Ruslar ile savaşa şiddetle taraftar olmuşlardı. Ve gerçekten de neredeyse imparatorluk dağılacaktı. Sultan Hamîd, bunu gördükten sonra, meşrutiyeti devam ettirseydi, elbette ki yanlış bir iş yapmış olurdu. Müslüman olmayan mebuslarla birlikte, dışardan körüklenen Arap ve Arnavut milliyetçiliklerine de set çekmek üzere Meclisi kapatması, Sultan Hamîd’in en büyük başarısı ve hizmetidir. Bu meclis kapatılmasaydı ne olacaktı? 8 milyon Hırıstiyan ve 12 milyon Müslüman yabancıya karşı, kültür seviyesi hepsinden geri 10 milyon Türkle bu devlet nasıl tutulacaktı? Demokrasi bir çoğunluk rejimi olduğuna göre, Türklerden çok olan Araplar, meselâ, resmi dilin Arapça olmasını teklif etseler ve Arnavutları da yanlarına alsalar, sonuç ne olacaktı? Bütün Türk olmayanlar birleşerek Osmanlı İmparatorluğunun Avusturya-Macaristan gibi federatif bir devlet olmasını isteseler, bunun, nasıl önüne geçilecekti? Karışmak için fırsat gözleyen Avrupa devletlerini kışkırtmak üzere demokratik nümayişler yapılsa, bu ne ile önlenebilecekti?"
İbret alınmayan târihin, ibret almayanlarca, sâdece rakamlardan ibâret olduğu düşüncemi tekrar etmek istiyorum. İkinci Abdülhamîd Han'ın mücâdelesini, günümüzle mukayese edelim ve çıkan netîcenin tahlilini sıhhatli bir beyinle yapalım.
Unutulmasın ki; soysuzluk ve kozmopolitlik, ırkçılık kadar zararlı ve tehlikelidir.
Bugünler, Türk'ün, yeniden uyanmak zamanıdır!