Türk tarihimizde, kimini sevinçle yad ettiğimiz, kimini hüzünle hatırladığımız pek çok dönüm noktamız bulunuyor. Son yıllarda yaşadığımız hadiseleri, milletimiz bakımından böyle bir dönüm noktası olarak görüyoruz. Bölgemiz ile birlikte ülkemizi de kendi senaryolarına göre biçimlendirmeye çalışanların karşısına kendi irademizle, kendi hedeflerimizle çıkma kararını verdiğimiz andan itibaren zorlu bir mücadelenin içine düştük. Ülke ve millet olarak tercihimizden asla pişman değiliz. Tam tersine bugün hep birlikte başı dik, alnı açık bir şekilde geleceğimize umutla bakabiliyor olmamızı, işte bu durumumuza borçluyuz. Her tercih gibi bunun da elbet bir bedeli var.
Bu bedeli;
Kimi zaman terörle mücadelemizde vermiş olduğumuz şehitlerle, gazilerle ödüyoruz.
Kimi zaman uluslararası alanda eşi benzeri görülmemiş çifte standartlara maruz kalarak, ayrımcılığa, haksızlığa uğrayarak ödüyoruz.
Kimi zaman, işte son günlerde olduğu gibi ekonomik faturalarla ödüyoruz.
Elini vicdanına koyan herkes, şu gerçeği kabul edecek; Türkiye’nin ne sınırları içinde ve dışında maruz kaldığı terör saldırıları, ne uluslararası alanda karşılaştığı riyakarlığı, ne de ekonomide oturtulmaya çalışıldığı kriz görüntüsünü hak edecek bir sorunu bulunmuyor.
Ülkemiz, kur ve faiz oranlarında hak etmediği dalgalanmalar ve döviz piyasasında sağlıksız fiyat oluşumları yaşamaktadır. Türkiye’nin hiçbir makro ekonomik problemi çözülemez değil, problemleri daha önce çözdük yine yapabiliriz. Bize göre 15 Temmuz’un ekonomik darbesi gerçekleştirilmek isteniyor. Diğer gelişen ülkelerin para birimlerine bakıyoruz. Onların değer kayıpları oldukça sınırlıyken, Türk Lirasında aşırı bir değer kaybı var. Sadece bir gün içerisinde Türk lirası % 5 değer kaybı yaşıyor. Bu durum iktisadi kuramlar dahilinde yorumlanamaz; kurdaki bu rekor hızdaki artışın, yanlış politikalarla “zerre kadar” alakası yok ve bu durum tamamen spekülatif hareketlere bağlıdır.
Amaç; Türkiye ekonomisinin büyümesini baltalamak.
Ekonominin Daha İyi Olması İçin Neler Yapılmalı?
Bir ülkede ekonomik istikrarsızlığın en büyük göstergesi; ülkenin para birimine ve ülkenin kendi enstrümanlarına güvensizliktir.
Şayet; ele geçen veya geçecek paranın korunması için veya tüketime yönelik “yerine koyamama” kaygısıyla döviz ve altına yatırılırsa, bu araçlarda talebe bağlı fiyat artışı yaratılmış olur. Bu durum ise yüksek enflasyona sebep olacaktır.
Dövizdeki yükseliş, beraberinde petrol fiyatları başta olmak üzere girdi fiyatlarını etkilemekte ve fiyatlar artmaktadır. Bu aynı zamanda iç ve özellikle dış borcun da artması anlamına gelecektir.
Devlet, iç ve dış borçlanmasının dönemsel ödemelerini daha yüksek faize katlanarak, yeniden borçlanarak yapacağından borcu azalmayıp artacaktır. Ülkede sanayici ve müteşebbislerin kredi maliyetleri artacak ve riskler gerçekleşecektir. Bu zinciri devam ettirmek mümkündür.
2001 krizinin ekonomiye etkisini hepimiz biliyoruz, bunun yaşanmaması için de olduğumuz sürecin ülkemiz lehine atlatılmasında aşağıda sunduğumuz ekonomik tedbirler, işlemler önemli ama bize göre daha önemli olan psikolojik sebep istikrar ve güvendir.
Türkiye’nin hem istikrarlı, hem güvenli, hem de zengin olmasını hepimiz isteriz ve istiyoruz. Bunların biri olmadan diğerinin olması da kolay değil. İstikrar, güven ve kalkınma bir arada olmalı ve hatta bu üçlü; hak, hukuk ve adaletle de desteklenmelidir. Güven ve istikrar için halk desteği şarttır. Toplum desteği için bu kaygıların kaldırılması gerekir. Toplumsal destek için önerim; sivil toplum örgütleri, kitle iletişim araçları ve belediyeler vasıtası ile yapılacak programlarda toplumsal bilinçlendirme ve halk desteği korunmalı ve artırılmalıdır.