Dünyada onlarca farklı renk, ırk ve dillerden 7, 5 milyar insan yaşıyor. Yeryüzünde 6 binden fazla dil konuşuluyor. Bir Müslüman bütün bu ırkların ve dillerin Allah'ın ayeti olduğuna, ayrıca üstünlüğün ancak takvada olduğuna, hiçbir ırkın diğer ırktan üstün olmadığına inanır. Türk, Kürt, Arap, Fars, Rum, Ermeni, Alman, İngiliz hepimiz Hz Âdemin torunlayız. Yani hepimizin büyük atası aynıdır.
Dünyada bulunan sayısız nimet ve imkâna rağmen 795 milyon insan her gece açlığın kucağında yatmaktadır. Susuzlukla biçare ve bitkin bir şekilde uğraşıp ölmemeye çalışmaktadır. Ölümüne mücadele edilmesi gereken bu durumda, kendisinde bu gücü bulamadan milyonlarca insan trajik bir şekilde ölüp gitmektedir. 1 milyardan fazla insan sağlıklı içme suyundan mahrum bulunmaktadır. Bu nedenle günde 120 çocuk açlık ve susuzluktan ölmektedir. Günde 360 insan yaşadığı yeri terk etmekte, mülteci durumuna düşmektedir. Her gün yüzlerce insan açlıktan ölürken 2 milyardan fazla insan da yoksulluk sınırının altında bin bir türlü zorluk ve çile içinde yaşamaktadır.
Bu trajikomik durumun sebebi kıtlık, imkânsızlık, kuraklık ve hastalıklar değil. Dünyayı yöneten zalimlerin sömürgeci ve emperyalist politikalarıdır. İnsanlığı acımasızca ezen bu sadist zihniyet köleleştirme politikası olarak insanları bir taraftan işsiz bırakıp açlığa mahkûm ederken bir taraftan da kötü şartlarda düşük ücretle çalıştırmaktadır.
Rabbimiz herkesin doğduğu topraklarda doyabileceği imkânlar yaratmıştır. Bu imkânlar varken insanların doğdukları topraklarda açlığa mahkûm olmaları emperyalizmin bir politikasıdır. Asıl amaç toprakları almak için önce toprağı insansızlaştırmak, sonra da insanı topraksızlaştırmaktır. Böylece sömürgeci, işgalci küresel sistem, halk katmanlarını, toplum sınıflarını köleleştirmek için uğraşmaktadır. Bunun için toplumun bir kısmını bordrolu mahkûmlar haline getirirken, bir kısmını kredili köleler haline getirip kontrol etmektedir.
İnandığımız sistem, tabi olduğumuz güç, biz Müslümanlara sınırsız imkânlar, nimetler, kardeşlikler vermişken, biz ufak kavgalarla bu üstünlüğümüzü düşmanımıza sunuyoruz. İşte bu yüzden emperyalizm dünya üzerinde sınır tanımıyor. Dünyada bulunan 200 ülkenin arasına sınırlar çizdiler. Oysaki gerçekte bu sınırlar sadece yoksullar için vardır. Garibanlar için vardır. Kapitalizm kendisi hiç bir sınır tanımıyor.
Küresel sömürü sistemi tüm dünyada yıllarca değişik kimlik, kültür ve dil üzerinden toplumları kamplaştırıp birbirine düşman kıldı, birbiriyle savaştırdı. Kutuplaştırıcı bir yöntemle Müslüman toplumları birbiriyle çatıştırarak kendisi güçlü konuma geldi. Oysa Müslüman ülkeler birleşip düşmanla savaşsa emperyalizmi bir kaşık suda boğabilir.
Emperyalizm Müslümanların organize olmalarını engelleyerek onların tüm gücünü, enerjisini kaynaklarını ve geleceğini çalmaktadır. Bunu da yüzyılın başında dayattığı ulus devlet modeliyle başarmıştır. Küresel sistemin sömürge aracı ulus devlettir. Sömürüden kurtulmanın yolu ayrıştırıcı, tek tip kimlik ve kültür dayatan ulus devlet modellinden vazgeçmektir. Bu coğrafyanın parçalanmışlığı ancak İslam kardeşliği, ümmet anlayışı ve ezilmişlerin birleşmesi ile bitebilir. Bunun için yürekler birleşip aynı hedef için çarpmalıdır. Başka bir çıkış kapısı yok. Dünyada yiyecek bulamayan milyonlarca insan çığlıkla, hıçkırıkla karnını doyurmakta, hüzün ile yaşamaktadır. Aman Allah’ım bu ne acı! Ruhun bedenden bir anda çıkıp gitmesine gerek yok; bazen kalpler yavaş yavaş ölüp bitmektedir. Bu durumda ölümle hayat arasında bir fark yok.