İster fen bilimleri, ister içtimâî ilimler ve isterse de dînî ilimler sahasında olsun yâni ister aklî, ister naklî ilimlerde olsun, bu 'kaynak' değişmezdir.
Matematik, astronomi, kimyâ gibi akla dayanan ilimler yâni bâtınî ilimler 'tecrübe' yoluyla; fıkıh veya tasavvuf bilgileri yâni zâhirî ilimler ise dîn âlimlerinden öğrenilir.
Bir ilim adamının, hem bâtınî ve hem de zâhirî ilimlerden haberdar olması tercih edilendir.
"Sen dağları görür, onları yerinde durur/sâbit sanırsın. Halbuki onlar, bulut geçer gibi geçer/bulut gibi hareket eder. Bu, her şeyi, ilim ve hikmeti ile muhkem ve mükemmel yapan Allahü teâlânın sun'udur/san'atıdır." (Neml, 88) âyeti ve bunun gibi pek çok âyet, bunu 'işâret' etmektedir.
Dünyânın hızla değiştiğini söylüyor ve görüyoruz. Değişen nedir ve gördüklerimiz nelerdir? Dünyâ hangi bakımlardan değişmekte ve bu değişmeler hangi 'gelişmeleri' işâret etmektedir?
Zâten, dünyâ, yaratıldığından beri yerinde durmuyor!..
Ahlâkî zaafın, cinâyetin, iltimasın, fuhşun, zulmün, terörün, alkolizmin, dolandırıcılığın, yalanın, rüşvetin...bu kadar ayyuka çıktığı, zamanın hangi târih diliminde olmuştur ?
O hâlde, 'gelişme nedir" ve nerededir?
Şâyet ilimde ise, -ki, öyledir- bunda, nerelerdeyiz? Ve bu ilim, bizi/insanlığı hangi refaha götürmüştür?
İnsanoğlu olarak, dünyâ, yaratılalı beri aynı dünyâdayız. Sâdece, üzerinde, insanlar ve dîğer canlılar fâsılalarla gelip, yer değiştirip göçüyorlar.
Yâni, dünyâ, durmadan "yaratılmaların, yer değiştirmelerin ve ölmelerin" vuku bulduğu müşterek bir mekândır!..Fakat, paylaşılamıyor!..
Ve fakat...Ve o hâlde...
Gaz lâmbasından, fenere, fenerden elektriğe geçtiğimiz zamanları çok tez unutuyoruz!..
Manyetolu telefondan, bilgisayarlı-görüntülü telefonlara, siyah-beyazdan renkli televizyonlara ulaştığımızı unutuyoruz!..
Adamlar, çağımızda, her gün yeni keşifler peşinde; biz, ne yazık ki, bu âletleri, ilmin hizmetine sunmada/tetkik etmede/araştırmada üşenmekteyiz!.. Fakat, bunları israfta ise, çok bonkör'üz!..
İş; bu âletlerle oyalanmaya, eğlenmeye ve marka değiştirmeye gelince birinciyiz!.. Sâdece cep telefonu ve bilgisayar sarfiyatımız nice milyar dolarlardır!..Huzurlu muyuz? Mes'ut muyuz?
Üniversiteler; dünyânın her yerinde, bilgi üretim merkezleridir, demiştim. Bizde de öyle olmak zorundadır.
Fakat, bundaki hakîkat payı ne kadardır? Dünyâ ölçülerindeki seviyemiz yeterli midir? Tabiî ki, hedefimiz, ilerimizdekiler/öndekilerdir. Neredeyiz?
Sırf, bulundukları muhite ticârî katkı sağlasın diye kasabalara kadar yayılan fakülte ve yüksek okullarda hangi bilgi üretimi yapılmaktadır, meraktayım!..İnsanımız/gençlerimiz elbette ki, önce, bilgi kazanacaklar, ardından da tahlil yapma becerisi ve maharetiyle fikir geliştirmeye, fikir üretmeye başlayacaklardır.
Bu sebeple olacak ki, Hazret-i Mevlâna şöyle der:
"Öğrenilmiş bilgiyi yeterli buluyorsun; gözünü, başkasının mumuyla aydınlatmışsın.
O da, eğreti mala sahip çıktığını, er olmadığını bilesin diye mumunu, önünden kapıverir."
Demek ki, "öğrenilmiş bilgi" lüzûmludur fakat yeterli değildir.
Peki, gençlerimiz, sözünü ettiğimiz bu okullarda ne kadar bilgi kazanıyorlar, mevcudun üzerine bilgi ilâvesi yapıyorlar ve bu bilgi s(ı)toklamasından hangi fikir üretimine geçiyorlar/geçecekler?
İlmî gelişmede, üniversite sayısı değil; üniversitedeki öğretim üyelerinin ilmî seviyeleri ve ortaya koydukları eserler esas alınmalıdır. Dünyâ ölçüleri, her saha elemanını böyle değerlendirir.
İlmî seviye, sâdece nakille/ dipnotla değil; ortaya konan 'katkı" ile, değer bulur/bulmalıdır.
Son gelişmelere baktığımız zaman, dünyâ ölçülerinde, hiç de iç açıcı bir durumda bulunmadığımız görülüyor:
"Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu QS, üniversiteleri araştırma, öğretim kalitesi, iş imkânı sunabilme ve uluslararası kriterlerine göre değerlendirerek oluşturduğu "Dünya Üniversiteleri Sıralaması 2016-2017'yi açıkladı. İncelenen 916 yükseköğretim kurumu içersinde Türkiye'den ilk sırayı Bilkent Üniversitesi 441-420 sıra bandı ile aldı. Sabancı Üniversitesi 441-450 ile ikinci, Koç Üniversitesi 451-460 sıra bandı ile üçüncü oldu. Bu yıl Gazi Üniversitesi de listeye girmeyi başardı. Türkiye'de Koç ve Sabancı üniversiteleri dışında birçok yükseköğretim kurumları geçen yıla göre sıra kaybetti.
ABD'nin lider yükseköğretim kurumlarından Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) yine zirveyi kimseye bırakmadı. .." (Bknz: Önder Öndeş, QS Dünya Üniversiteleri Sıralamasında Geriledik, Hürriyet Gazetesi, 06 Eylül 2016, Sf. 22)
Demek ki, ölçü; "araştırma, öğretim kalitesi, iş imkânı sunabilme ve uluslararası kriterler"dir.
Peki; bununla ilgili, bu haberin hâricinde, bizde, bu hususla ilgili umûmî bir durum muhakemesi yapılıp, ne hâlde olduğumuzun muhasebesi yapıldı mı?
2014 yılı îtibâriyle, 16 Mart 1848 târihinde "Darül Muallimin-i Rüşdi" adıyla faaliyet başlayan öğretmen okulları/liseleri kaldırılmış/kapatılmış ve bu okullar/liseler, fen, sosyal ve Anadolu liselerine dönüştürülmüştür. Yâni; kaynak kurumuş/kurutulmuştur.
Demek ki, herkes memnundur.
Halbuki, bu okullar, Eğitim Fakülteleri'ne temel olmalıydı. Öğretmenlik; insan yetiştiren bir meslek olarak, daha köklü meslekî ve ilmî bilgilerle donatılarak ele alınmalıydı. Prof. Dr. Mümtaz Turhan hocanın dediği gibi,"En önemli yatırım insana yapılan yatırım" ise, mes'ele temelden ele alınmalıydı. Çünkü; öğretmenini, 'iyi yetiştiremeyen bir sistemin' başarılı olması mümkün değildir.
Mektupla Öğretim ve Hızlandırılmış Öğretimlerle bâdireler atlatarak belini doğrultmaya çalışan maârif sistemimiz, bunların ardından, belki de son otuzbeş-kırk senenin en 'hantal, verimsiz ve başarısız" devrini yaşamaktadır.
30 Ekim 1923'den beri geçen doksanüç yıllık sürede 74 Millî Eğitim Bakanı görev yapmış ve bunun son onüç senesinde ise, aynı idârenin (altı) farklı Millî Eğitim Bakanı'yla bir sistem yerleştirememesi bir yana, bocalaması gerçekten düşündürücüdür.
Meslek olarak "Öğretmenlik", irtifa ve itibâr kaybetmiştir. Bu durum, öğrencilerimizi olduğu gibi, üniversitelerimizi de doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Ne yazık ki, üniversitelerimiz de, bu hususta fikir geliştir(e)meyip, teklif getir(e)memektedirler veya müessir olamıyorlar.
Üzüntü vericidir ki, onlar da, rektörlük seçimleri başta olmak üzere, birçok mes'elede, kısır çekişmelerle ve siyâsetin pençesinde arzu edilen seviyede ilmî faaliyetlerden uzaklaşmıştır.
Vaziyet ortadadır:
Birkaç yıl evvel, dünya üniversiteleri arasında, hiç değilse, yüzüncü sıralarda üniversitelerimiz varken, şimdilerde dörtyüzüncü sıralara düşmüşüz!..
Yukarıda da ifade ettiğim gibi, bunun sebepleri üzerinde iyiden iyiye düşünmek gibi bir faaliyet içinde bulunuldu mu, bilmiyorum ammâ zamanın akıp gittiğinin ve rehâvete gömüldüğümüzün iyiden iyiye farkındayım!..