ÜNİVERSİTENİN GELECEĞİ NE OLUR?
Bugün direk konumuza girmek istiyorum, zira Üniversite'nin bu şehrin gerek ekonomisi gerek kültürü gerekse sosyal yapısı açısından önemli bir faktör olduğu açıkça ortada. Şehirde yaşayan esnafından tutun da sanayicisine varıncaya dek, herkesin şu veya bu şekilde etkilendiği bir kurum olan Ondokuzmayıs Üniversitesi, kendisinden Ordu, Sinop ve Amasya Üniversitelerini çıkarmış olmasına rağmen hâlâ daha Otuzbeşbin nüfusa sahip bir eğitim kurumudur. Bu konumda öğrenim gören öğrencinin yeme, içme, barınma, giyim, kuşam giderlerinden tutun da Öğretim Üyelerinin ihtiyaçları olan mesken ihtiyaçlarından, diğer her türlü ihtiyaçlarına varıncaya dek her şey şehrin ekonomisine ciddi anlamda destek verdiği bir gerçek. Buraya kadar anlattığım konular olayın ekonomik yönü. Bir de olayın sosyal, kültürel ve manevi yönü var ki bu diğerlerinden çok daha önemli. Zira bir toplumun gelişmesi eğitimi ile direk alakalı olduğu açıkça ortadadır. Eğitimsiz toplumlarda yaşamak kadar zor bir şey yoktur. Sadece eğitim yeterli olur mu derseniz, elbette ki olmaz, yanında öğretim olmaz ise eğitim yetersiz kalır. İşte bu nedenledir ki Üniversitelerimiz eğitim kurumlarımızın son noktaları olmaları hasebiyle, bizim olmazsa olmazlarımızın başındadırlar. Şayet bu kurumlar toplumun kültürel yapısına destek olacak nesiller yetiştirmez iseler toplumu geriye götürürler.
Yukarıda arz ettiğim konuları göz önüne alarak, Ondukzumayıs Üniversitesini ele almamız gerekirse, öncelikle şunu söylemek isterim ki Üniversitenin seksenli yıllardan itibaren tarihi seyrini çok iyi biliyorum. Örneğin 1980 ihtilalinde kapanma noktasına gelen Yüksek İslam enstitüsü ile ilgili İhtilal Konseyi'nin, kapatılması yönünde karar verilmesinin ardından şehrin ileri gelenlerinin verdikleri mücadeleyi hiç unutmuyorum. O günlerde bu konuyla ilgili, en büyük mücadeleyi verenlerin başında merhum Nuh Atay vardı. Allah rahmet eylesin, çok mücadele verdi, tâ Evren Paşa'ya kadar ulaşıp bu konuyu çözme başarısını elde etmişti. Şu günlerde ahirete intikal eden Evren Paşa, umarım bu icraatının mükâfatını alır. Ardından İlahiyat Fakültesi'nin kurulması ile birlikte bazı hocaların devre dışı kalmaları ve şehri terk etmeleri de unutulmaz hatıralardır. Daha sonra ANAP iktidarlarında Mehmet Sağlam'ın Rektör olması ile birlikte, bir sürü alavere-dalavere sonunda Üniversiteye bir Camii yapılması için izin alınmış ve daha sonra bu Camii bitirilmişti.
Mehmet Sağlam'dan sonra, Rektör olan Naci Gürses dönemi, Üniversitenin en sessiz ve sade dönemiydi. Naci Gürses, sosyal demokrat düşünceye sahip olsa da yönetim biçimi olarak liberal bir yönetim biçimi sergilemiş, ardından Osman Çakır dönemi gelmişti. Osman Çakır o kadar militanca bir yönetim tarzı sergilemişti ki aklınız şaşar! Üniversitede çalışan şeflere kadar inip, Ülkücü kökenli olanları atamakla kalmamış, Üniversitenin gölge Rektörü Merhum Meteoroloji Bölge Müdürü Harun Beydi. Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanı olması ile birlikte, Rektörlük koltuğuna oturan ve iki dönem bu görevi yapan Fetit Bernay ise Osman Çakır’a rahmet okutmuş, düz memura kadar inip solcuları ön plana çekmişti. Hiç unutmuyorum, sivil vatandaşların Üniversite Camiinde Cuma namazı kılmasını yasaklayıp, dışarıdan gelenlere izin verilmeyince, dönemin Kurupelit Belediye Başkanı ile Atakum Belediye Başkanını da yanıma alarak, Üniversite Camiine Namaz kılmaya gittik. Olayı öğrenen bazı aklıevvel gazeteciler bize verip veriştirmişlerdi.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olunca, Hüseyin Akan’ın atanması için mücadele verdik ve yaptığımız haberlerden ötürü, tam onbin lira tazminat ödemek zorunda kalmamıza rağmen, Hüseyin Akan Hoca atandığı günden, bir kaç gün sonra aleyhinde haber yapan gazeteyi ziyarete gitmişti. Nihayetinde biz olayı çok önemsememiştik. Ancak Üniversitede olup biten bazı yanlışları belgeleri ile yazıp çizmeye başlayınca, solcular ellerinde dosyalarla gelmeye başladılar. Bunun üzerine olayın inandığımız davaya zarar vereceğini düşünerek, yaptığımız haberleri durdurduk. Doğrusunu söylemek gerekirse, yaptığımız haberlerin tamamı doğruydu ve yapılan yanlışlardan geri dönülmüştü. Örneğin uyduruk Yurt dışı Üniversitelerine kayıt yaptırıp, OMÜ’ye nakil yapan öğrencilerin kayıtları silindi.
Ancak özellikle, Tıp Fakültesi Başhekimi Mustafa Bekir Selçuk Hoca ile ilgili gelen şikayetlerin ardı arkası kesilmediği gibi, her gün artarak devam etti. Özellikle oğlu ile ilgili gelen şikayetler çok üzücüydü. Sadece bununla da kalınmadı Hastanenin pisliğinden tutun da refakatçilerin sandalye üzerinde sabahlamak zorunda kalmaları ve hijyenik ortamın sağlanamaması nedeniyle, enfeksiyon kapan hastaların şikayetleri bir türlü bitmiyordu. Bu olaylar yaşanırken, Rektör Bey'in sürekli olarak kadro değiştirmesi, yardımcılarından tutun da müdür, müdür yardımcısı ve şef kadrolarına varıncaya dek herkesin yerini değitirmesi bir hayli insanı üzdü. Özellikle Vakıf Başkanı Muhammet Dervişoğlu'nun Cemaate olan yakınlığı ve Genel Sekreterliğe atanan kişinin, bu arkadaşımızın isteği doğrultusunda atanmış olması iddiası da ortalığı bir hayli germişti. Nihayetinde Kenan Erzurumlu ile Rektör Başdanışmanı'nın Facebook üzerinden yazışmaları ve Erzurumlu'nun Rektörün Hac'daki fotoğraflarını yayınlaması sonucunda, kamuoyunda ciddi bir rahatsızlık oluştu. Rektör Beyin o resimlerinin yayınlanmasının çok yanlış olduğunu, daha önce yazmış olduğumuzdan o konuya hiç girmek istemiyorum ancak bundan sonra ne olacak konusuna gimek istiyordum kiiii bana ayrılan yerin sonuna geldiğimi fark ettim. Başka konuya girmemiş olmama rağmen, tek yazıda bu konuya girememiş olmanın üzüntüsüyle sözlerime son veriyorum. Nasip olursa, önümüzdeki süreçte nelerin olabileceğini başka bir yazıda sizlerle paylaşmak üzere kalın sağlıcakla.