UTANÇ (2007)

Ahmet Ufuk Erkan

Yönetmen: Hana Makhmalbaf
Senaryo   : Marzieh Meshkini
Oyuncular: Abbas Alijome, Abdolali Hoseinali, Nikbakht Noruz
imdb        : https://www.imdb.com/title/tt1094627/

BUDA (HEYKEL) UTANDI YIKILIRKEN

Bu benim seyrettiğim ikinci film, Afganıstan’ı anlatan. Daha önce de Uçurtma Avcısı’nı seyretmiştim. Yönetmenleri tanımam pek. Sade bir seyirciyim. Sadece bir seyirciyim…

Baktay, (buradaki “k”, gırtlaktan söylenecek bir “he”harfidir; yani kalın ve gırtlaktan söylenir; yani Bakhtay, diye yazılsa daha doğru olur) komşusu Abbas’a imreniyor. Dünyası basit, çabuk hallolacak cinsten. Biz seyirciler, daha baştan anlıyoruz: Hiçbir şey kolay olmayacak…

Buda As Sharm Foru Rikht orijinal adı filmin. Böyle bir yıkımdan, bir heykel bile utanırdı…

Baktay’ların evi, şu büyük Buda heykelinin olduğu dağda zaten… Sarp yamaçlı, bol açlıklı bir yerdeler. Abbas’ın alfabe çalışmaları olmasa, Baktay’ın aklına bile gelmeyecek okula gitmek.

“ Bir adam, kestane ağacının altında uyudu. Başına bir kestane düştü. Adam dedi ki: Şükürler olsun. Ya bu ağaç balkabağı ağacı olsaydı? O zaman ölmüştüm…”

Abbas, okuyor bunu Baktay’a. Baktay, daha ilk sahneden minik parmaklarıyla kavrar kalbinizi eğer seyrederseniz. Film boyunca, burnundan sarkan sümüğünü eşarbına siliyor. Hiç sesli ağlamıyor Baktay… 

Abbas gibi okuma öğrenek. Yol belli. Defter, kalem, açacak almalı. Ve tutmalı okulun yolunu. Dört yumurtası var. Kardeşini, annesinden gördüğü gibi, bacağından bağlıyor gitmesin bir yere diye. Dört yumurtası var ve söz verdi defter satan adam. Dört yumurtayı satarsa, o parayla alabilir bunları. 

Avuçları yumurta kadar zaten Baktay’ın. İki yumurtayı, daha satamadan kırdı. Sonra o iki yumurtayı ekmekle değiştirdi. Zira ekmeğe müşterisi var; yumurta almıyor kimse sadece. Ekmeğin müşterisi var… 

Böyle, sakin sakin anlatıyorum. Öyle anlatıyorum evet. Lakin seyrederken de buraya yazarken de gözümün beyazı akacak neredeyse. Seyredin. Sizin de gözünüzün akı kıpkırmızı olacak…

Sonra işte, yolunu kesiyor çocuklar. Aslında oyun oynuyor onlar da. Oyunlarının bu bölümünde, kendi ülkelerinin askeri rolündeler. Son sahnede, yine piyasaya çıktıklarındaysa, kendi ülkelerinin askerlerini alt etmeye çalışan Amerikalılar olacaklar. Çocuklar işte ve oyun oynuyorlar… Baktay, pek hazzetmiyor bu savaş oyunlarından. O’na oyun gibi de gelmiyor pek. Korkuyla ve inatla… O okula gidecek. İnat etmeli. Anlatmalı…” Allah aşkına bırakın beni” diyor, “ben okula gideceğim”…

Defterinden sayfaları feda ede ede varıyor okula. Erkek okulu orası. Kızların olduğu yere gitmesi lazım; öğretmen öyle diyor O’na. O yine, tüm safiyetiyle, “ Bana kestaneyi öğret; Allah aşkına” diyor öğretmene… O hikayeyi, O da öğrenmeli… 

Filmi anlatacak değilim. Benden bu kadar.  Artık, her şey kolay. Hele Baktay ve Abbas’ın hayatından, çok çok, pek çok daha kolay. Yazarsınız bilgisayara, film çıkar karşınıza. Ve mutlaka seyredin. 

Gözünüzden yaş gelmeden seyredebilirseniz eğer, mutlaka bir doktora görünün. 

Not: Çok da bilgisiz görünmeyeyim. Filmin yönetmeni, Hana Makhmalbaf (Mohsen Makhmalbaf’ın kızı). Film, övgüye değer bulunmuş ve ödüller de almıştır. Yönetmenin ilk uzun filmidir. İyi seyirler…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.