Benim, "Şiirlerle Nasreddin Hoca Fıkraları" adlı bir kitabım var. Yüze yakın Nasreddin Hoca fıkrasını, hece vezni ile şiir hâline getirdiğim kitabım.
Onda, Nasreddin Hocamızın oğlunun ifadesiyle, "Aklına İnmek De Mi Gelmiyor Baba!" başlıklı bir fıkrayı şu mısralarla şiir hâline getirdim. Tabiî ki, bunu, şimdilerde mevzû yapmaktaki maksadım, güzel Türkiye'mizin içinde bulunduğu vaziyeti îzahtan başka bir şey değildir:
"Hoca, bir gün, kürsüye
Çıkmış, konuşacaktı.
Söyleyeceği şeyler
Birden aklından çıktı.
* * *
Ne yaptıysa olmadı,
Dedi ki: "Ey ahâli,
Nasıl anlatmalıyım,
Size, bendeki hâli!
* * *
Bilirsiniz, güzel söz
Söyleyen bir adamım.
Nedense birdenbire
Karışıverdi aklım!.."
* * *
O sırada Hoca'nın
Oğlu, muzipçe güldü.
Yine de babasının
Bu hâline üzüldü,
* * *
"İlâhî baba!.." dedi,
"Ne söylemeli sana!
Kürsüden inmek de mi,
Gelmiyor hiç aklına?"
(Bknz: M.Halistin Kukul, Şiirlerle Nasreddin Hoca Fıkraları, 4. Baskı, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2014, Sf. 52)
Bakıyorum da, Türkiyemiz, Cumhuriyet döneminin en vahim, en zor, en çatışmalı ve en sıkıntılı günlerini yaşıyor da, hiç kimse, aslâ ve kat'â kendi hâlinin muhasebesini yapmıyor ve hiç kimsenin de aklına "Kürsüden inmek gelmiyor."
Hiç kimse, hiçbir mes'uliyeti üzerine almıyor. İcrâda bulunanlar, gayet rahatlıkla, bulunmayanları suçlayabiliyor ve her hâlükârda başkalarını töhmet altında bulundurabiliyorlar.
Bâzıları da; "salâhiyet ve mes'uliyet sizde" düşüncesiyle, icrâda bulunanları suçlayıp yerinde saymaktan başka hiçbir faaliyet göstermiyorlar.
Birileri, "paralel" ile, pkk ile, ve bilmem ne ile aldatıldıklarını, 1 Mart Tezkeresi'nde hata ettiklerini söylüyorlar da, ondan öte bir adım atmıyor/atamıyorlar. Çukurların/hendeklerin eşilmesine, roketatarların, kanasların ve daha ismini yeni duyduğumuz silâhların Sur'a/ Diyarbakır'a, Cizre'ye, Nusaybin'e, Silopi'ye...kadar ulaşmasına kimlerin göz yumduklarından hiçbir ses yok!..
Fakat, iş, "söz-dalaşına" geldi mi hiç kimse birbirinden aşağı kalmıyor...Günlerce, haftalarca, sen şunu dedin, ben bunu dedim ile 'vaktimiz öldürülürken', şehit cenâzeleri gelmeye devam ediyor.
Türkiye sınırında, yeni komşular beliriyor ve zulüm saçıyorlar. 'Târihî düşman' bellediklerimiz de öyle, dost ve müttefik dediklerimiz de öyle!..Çevremiz, zulüm, gözyaşı ve kan ile yoğruluyor, biz, sâdece lâf üretmekle meşgûlüz.
Orada burada, oradan buradan gelirken veya oraya buraya giderken değil; daha önce de yazdığım gibi, Cumhurbaşkanı; Meclis Başkanı'nı, Başbakan'ı, Ana Muhalefet Partisi Başkanı'nı, TBMM'de g(u)rubu bulunan Parti Başkan'larını, Genel Kurmay Başkanı'nı ve gerekirse Diyânet İşleri Başkanı'nı yanına alıp," Sivas'ın ötesine", Sur'a/Diyarbakır'a, Silopi'ye Cizre'ye, Yüksekova'ya, Nusaybin'e... gitmeli ve orada Devlet'i göstermelidirler ve hepsi, oralarda konuşmalıdırlar.
Vaziyet böyle iken; kimi, Atatürk posterini kim indirdi, kim kaldırdı, kim astı ile meşgul; kimi, dâvâ arkadaşım dediklerini lejyonerlikle, ihânetle, fitne kafilesi olmakla, yarım akıllılıkla... suçluyor ve "ben...ben..ben.." demekten başka bir şey demiyor!..Bu, nasıl bir idrâktir, anlamak mümkün değildir!..
Hiç kimse, bilmiyor mu ki, Türk Yurtları talana uğramaktadır? Hiç kimse, bilmiyor mu ki, nüfus yapımız değiştirilmek istenmektedir hattâ değiştirilmektedir?
Hiç kimse bilmiyor mu ki, 'Türk' adı, silinme hedefine konulmuştur?
Hiç kimse, bilmiyor mu ki, bizim, bize lâzım olacağımız gün, bugündür!..
Hiç kimse, bilmiyor mu ki, çepeçevre kuşatılmışız ve çember gittikçe de daralmakta/ daraltılmaktadır!..Bunca düşmanımız varken -ve maalesef, bu düşmanların bir çoğunu da hatalarımız sebebiyle biz kazanmışken- kendimizle didişmemizin sebebi nedir?
Herkes, birbirini 'yok' sayıyor, niçin? Birbirimizin nezdinde niçin yok'uz, söyler misiniz?
"Başkaları, bizi, var mı sayıyor", diye düşündünüz mü hiç?
Ne yazık ki, bu hâl gaflet hâlidir ve önünü görememezlik/görmemezliktir!..
Kibrin, birbirimize böbürlenmenin zamanı değil; uyanmanın, kendimize gelmenin zamanıdır!..
Uyan Türkiyem!..Ne olur, yalvarıyorum, uyan artık!..Uyan!..Uyan!..Uyan!..Ve kendine gel!..