Konumuza girmeden iki hususa değinmek istiyorum birincisi bizim "arkam önüm sağım solum FETÖ” sloganımız öyle tutmuş ki aklınız şaşar, nereye gitsem o sloganla karşılanıyorum, hatta bazı köşe yazarları da yazılarında kullanmışlar doğru da etmişler. Zira güzel olan her şey kullanılır kimden gelirse gelsin önemli değil. İkinci bir husus bu haberde Keresteciler Sitesi’nin Servet Keskinsoy ve arkadaşları tarafından yapıldığı iddia edilmiş şeklinde vermişiz, Adem Güney anında Keresteciler Kooperatifi’ni bulup bizi mahkemeye vermek üzere onlardan vekalet almış veya almak istemiş. Bu arkadaşlara tavsiyem bizi mahkemeye vermeleri hiç önemli değil, versinler, zira biz iddia edilmiş demişiz, onlar da kalkıp bize hayır o konu iddia edildiği gibi değil o kooperatifin müteahhidi falanca der iseler biz onu da buradan kamuoyu ile paylaşırız, hiç önemli değil. Mahkemeye versinler saygı da duyarız, asla da üzülmeyiz. Ama Adem Güney şunu unutmasın ki biz o yaptığı kaçak yapılaşmayı ne pahasına olursa olsun yıktıracağız, bizi öyle mahkemelerle falan yıldırabilseydi geçmişte bize açtığı tonlarca davalarda geri adım atardık. Buradan kamuoyuna bir duyurum olacak; biz günde kırk kez İYYA KE NABUDÜ VE İYYA KE NESTEİN deriz, yani Ya Rabbi sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz, yani kullardan asla ve kat’a korkmayız. Değil Adem Güney feriştahı gelse haklı davamızda asla geri adım atmayız, o binanın kaçak kısımları yıkılacak vesselam, haa yıkmaz iseler biz de Cumhuriyet Savcılıklarına gider şikayetimizi yaparız, suçlular hakkında kanun gereğini yapar. Yörükler’deki binaları yıkanlar burayı görmezlikten gelirlerse veya şehrin önde gelen bürokratları ve siyasetçileri buralarda sürekli toplantılar tertip ederlerse biz de bunu kamuoyu ile paylaşmaktan asla geri kalmayacağımızı herkesin bilmesini isteriz.
Gelelim adıl konumuza hafta içi iş yoğunluğu, ardından hafta sonları her ailenin Pazar kahvaltısını yapmak üzere dışarıda sakin bir ortamda kahvaltı yaptığı gibi ben de geçtiğimiz hafta sonu ailemle birlikte kahvaltı yapmak üzere Meşe Tesisleri’ne gittim. Yaklaşık bir yıldan fazladır Meşe Tesisleri’ne gitme fırsatım olmamıştı, sürekli aynı mekanda olmaktan sıkılınca değişiklik olur düşüncesiyle bu kez Meşe Tesisleri’nde kahvaltı yapmak istedim. Ancak çocuklar çok kalabalık olabilir önceden yer ayırt uyarısını yapınca tesisin müdürü olan Ercan Bey’i arayıp yer ayırttım. Öğlen ezanına yakın bir zamanda anca gidebildim kahvaltıya ama açık büfe devam ediyordu, yiyecek, içecekler henüz bitmemişti. Kahvaltıyı yaptıktan sonra çay içerken tesisin işletmecisi olan Öztürk Samuk Bey’in yanımızdan geçtiğini fark edince seslendim, sağolsun O da geldi oturduk çay kahve içip sohbet ettik.
Meşe Tesisleri’nin ilk kiracısı Muzaffer Altundaş’ın sonbaharda işletmeyi Öztürk Samuk Bey’e devrettiğini biliyordum ama olayın arka planını öğrenmek istiyordum, zira Muzaffer Altundaş’ın orayı ilk kiraladığında nasıl kiraladığını çok merak ediyordum. Çünkü O’nun öyle bir bütçesi yoktu. Yemek fabrikası vardı, bazı kurumların işlerini yapmaktaydı ama ekonomik olarak Meşe Tesisleri’nin altından kalkmasının mümkün olmadığını çok iyi biliyordum. Zamanı gelince bir şekilde öğrenirim deyip boş vermiştim ama geçtiğimiz sonbaharda Tesislerin devredildiğini, bir ara Baranlar’a geçtiğini, daha sonra Öztürk Samuk Bey’in işletmeyi devraldığını duymuştum ama olayın iç yüzünü hiç bilmiyordum, çok da merak etmemiştim. Öztürk Bey’i de çok yakından tanımıyordum, ticaretinde düzgün bir insan olduğunu, kişilik olarak da düzgün kişilikli bir insan olduğu yönünde kanaatim vardı. Şehrin eski tüccarlarından birisi olduğunu ve güvenilir olduğunu biliyordum. Ama yakın bir ilişkimiz olmamıştı. Sohbetimiz enden, yemenden devam ederken, işletmenin nasıl O’na geçtiğini sorunca adamın nasıl bir ah çektiğini görünce inanın içim sızladı. Meğer bizim Muzaffer adama neler neler etmiş de benim haberim yokmuş… Kendisini iki saate yakın dinledikten sonra izin verirsen bir kısmını yazayım dedim, sağolsun O da izin verince, bugün sohbetinizin belli bir kısmını sizlerle paylaşma gereği duydum.
Diyeceksiniz ki bu konu bir gazetenin köşe yazısı olacak kadar önemli bir konu mu da burada bir yazıyı buna ayırdın? Evet, bence değil bir köşe yazısı bir kaç köşe yazısı yazacak kadar önemli bir konu. Bir insanın otuz yıllık ticari hayatında kazandıklarını bir yılda heba edip, o insanın hem ekonomisini hem de kuvvei maneviyyesini mahveden olayı ele almak hem insanlık görevidir, hem de ticari hayatta ders almamız gereken bir konudur. İşte bu yüzden bu olayı çok detaylı olmasa da özet olarak sizlerle paylaşmak zorundayım. Muzaffer Altundaş Organize Sanayii Sitesi’nde Cerrahi aletlerde çalışan ve oranın ihtiyaçlarını karşılamak üzere sürekli Öztürk Samuk Bey’in işyerinden alış veriş eden bir personel iken, aradan geçen zaman içerisinde Öztürk Samuk Beyle arkadaşlık hukuku oluşturmuş ve daha sonra da dost olmuşlar. Ama Muzaffer Altuntaş Öztürk Samuk Bey’e saygıda kusur etmeden bu ilişkileri yürütmüş.
Bir kaç yıl önce Meşe Tesisleri özelleşme kararı alınca Muzaffer Altuntaş Öztürk Samuk Beye gidip ondan yüklü miktarda bir parayı ödünç olarak talep etmiş, Öztürk Bey de bankadan kredi çekip vermiş. Parayı iki ayda geriye ödeyeceğini söylemiş ama aradan değil iki ay üç dört ay geçince ödeyemediği gibi yeniden para talebinde bulunmuş. Öztürk Bey de belki kurtarır düşünceciyle tekrar vermiş. Aradan uzun bir müddet geçince Muzaffer Altuntaş tekrar Öztürk Bey’in yanına gidip “Ağabey ben bu işi yürütemiyorum, şu kadar para ver de ortak olalım; sen başımda ol ben bu işi yürütürüm” demiş. Öztürk Bey de fabrikasını ipotek ederek tekrar kredi çekip buna vermiş ki bu sıkıntıdan kurtarsın. Ama nerdeee, aradan bir müddet geçince işlerin çok felaket sapa sardığını gören Öztürk Samuk Bey hiç beklemediği bir manzara ile karşılaşmış. Nedir manzara derseniz, Muzaffer Altuntaş bir milyon liranın üzerinde bir fiyatla bir daire satın almış, müteahhide çek vermiş, gitmiş daireyi bankaya ipotek edip tekrar kredi kullanmış ama krediyi ödeyemeyince müteahhit Tesislere gelip paramı tahsil edinceye kadar tesisleri ben çalıştıracağım demiş. Bunun üzerine Muzaffer Altıntaş tekrar Öztürk Bey’in kapısına dayanıp “Ağabey zor durumdayım kurtar beni” deyince O da tekrar devreye girip adeta vücudunu ortaya koyarcasına olaya girmiş. Girmesine girmiş ama olayın toplamdaki faturası on milyon liraya yakın bir fatura olunca zavallı adamın saçlarına ak düşmüş. Tüm bunları neden yapmış biliyor musunuz, sadece ve sadece iyi niyet ve onurlu duruş, inanın başka hiç bir şey yok. Böyle düzgün bir insana bu yapılır mı Allah aşkına? İnanın kahvaltıya gittiğime üzüldüm, çünkü adamı dinleyince pazar günü akşama kadar üzüntüden yüzüm gülmedi. Hanım dedi ki ne oldu nedir bu surat O’na da olayı anlatmadım ama inanın fevkalade üzüldüm. Düzgün, onurlu ve iyi niyetli insanlara bunu yaparsak peki toplumda düzgün insan nasıl bulacağız? Muzaffer Altuntaş şimdi de birileri ile haber gönderip orayı ona yar etmeyeceğim dediğini duydum, şayet bu duyduğum doğru ise Muzaffer İnana gazeteci olarak elimden geleni yapacağım. Toplumda bu gibi namuslu insanlara sahip çıkılmaz ise inanın bu insanlar çok duygusal insanlardır, iyilik duyguları yok olur gider, bir daha iyilik yapmaları bir yana, kendilerinden sonra gelen nesillere de aman ha iyilik yapmayın derler, bu da bu topluma yapılacak en büyük kötülük değil mi sizce? Öztürk Samuk belki bir kaç yıl sıkıntı çekecek ama şundan eminim ki o dürüstlüğü ve onuru ile bu işin altından çıkacak. Peki ya ona bunu yapanlar ne olacak derseniz adili mutlak olan Allah’ın kimsenin ahını kimsenin yanında bırakmayacağından en ufak bir şüphem yok. Öztürk Bey’e sabır dileyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.