Yalnızlık ve birbaşınalık çağları

"Yalnızlığa dayanırım da, / birbaşınalığa asla. / Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka. / Bir dost göz arayışıyla. / Saat tıkırtısıyla... / Korkmam, geçinip gideriz biz mutluluğuyla,/ Ama; 'Günün aydın,akşamın iyi olsun'diyen biri olmalı / bir telefon sesi çalmalı arasıra da olsa kulağımda. (...)"

Kişinin kendini "en yalnız bulduğu yaşam dönemecidir" ergenlik zamanları ki; ben de Can Yücel'in bu dizelerini o dönemecin eşiğinde eklemiştim yalın kat kişiliğime. Ama sonrasında "Yalnızlık koca bir yalandır yahu!.." diyen Can Baba'nın bu sözüne daha çok yasladım ömür denen bilinmezimi. "Yalnızlıkla birbaşınalığı" da birbirinden ayrılmış buldum sonra.

Yaşamda en dirençsiz olunduğu o dönemeçte; kişi, içindeki en cılvıtılı şarkıya rağmen biraz hüzün katarken kendine; çevresindekilere de yabani yaklaşır. Ama kendini değil de o, başkalarını çekici bulur her zaman. Yani birbaşınalığa değil, yalnızlığa yakın durur çoğunlukla. Birbaşınalık, yaşamın başka bir dönemecine aittir çünkü. Bir dost arar halde duvarlara bakakalınan bir dönemeçtir o da. Can Baba'nın anlatımından çıkaracaksınız bunu da...

Ergenliğin getirdiği yalnızlık, "sığınılacak liman aramasıdır" bir bakıma. Karmaşık kimlikler edinerek kendini özel kılma uğraşıdır kişinin. Ancak tüm bu duygu ve düşünüşler, yanılsamadan öteye geçemeyecektir. Çünkü bu uğraşların ardından doğacak düşler, tasarımlar gelip gerçekleştirilmeyi isteyecektir ömürden. Sonra yalnızlığa övgüyle geçen o zamanlar, güz yaprakları gibi parçalanıp, ufalanıp kayıp düşerken yaşamdan Can Baba'nın sözünü ettiği "o koca yanlışlıkla yüz yüze" gelinecektir işte!.. Artık her güne harmanlanan bir yalnızlığa tahammül edilemeyecektir.

Yaşamla kurulan her ilişkide bir aile gibi olunacak. Coşkulu kalabalıklarla batacak her güne merhaba diyen güneş. Yaşam, kendini tattırdıkça daha direngen olunacak, tüm sorunlar karşısında. Ancak tüm bunlara ermek için kim bilir kaç yalnızlık dönemecinden geçilecektir. Yaşam, damarlarda akacak o yalnızlığın pompalandığı dolambaçları yok edene kadar. Ta ki o, birbaşınalığın kendini duyumsatacağı zamana dek. Yani yaşlanana dek işte...

Ancak tüm bunları yaşanacaklar haznesine dahil ederken; yaşanılan toplumda "birey olmanın gereği sanılan bir yanlışlıkla" daha karşılaşıldığına dikkat etmek gerekecek. O da; birey olmanın, "yalnız kalmakla, yaşamın dışına itilmekle" eşdeğer olunan bir süreci yaşamaktır. Yaşamla kurulan ilişkiyle elde edilen bir aile kavramından söz ederken; kuru kalabalığın, ondan ayrı tutulduğunu ve bir aileden sayılamayacağını bilmek gerek.  

Yaşamda sağlanan "konfor", TV başında mutluluk verici müptelalığın sağırlığı arasında "bağırtı boyutundaki sesler", "bilgisayar" ekranına aktarılan "paylaşımlar", evde beslenen "hayvancıklar", bakkaldan ya da komşudan daha çok zamana hakimse gün içerisindeki saatlerde; bunlar, "kuru kalabalıktan öteye geçemeyen" yaşanmış boşluğun oluşturduğu yumaktan başka bir şey değildir.   

Ardınızda kalan anıların takviminden dökülen yapraklar, "serserilik ettiğiniz" hallerinizle gülümsemiyorsa; arkadaş toplantılarınızın "bağırış çağırışları" sesini duyuramıyorsa; falanca gün filanca yerde "ağladığınızda akan gözyaşı" artık burnunuzu sızlatamıyorsa ve daha sizi, size ve yaşamınıza anımsatacak her ne haldeyseniz o,yankı bulmuyorsa kalbinizin koridorlarında; artık "yaşamla kurduğunuz o aileden kovulmuşsunuzdur". Yaşlanmanız için zamanın tik taklarının milyonları bulmasına gerek kalmamıştır. Buyrun... "Modern bir birbaşınalık" yaşamaktasınız!..