İlk yazımı okuyan değerli okurlar, hafızalarını yokladıklarında neler yazacağımı, neden yazdığımı, hedefimde kimlerin ve hangi olayların olacağını okuduklarını düşündüğümden aynı şeyleri tekrar etmekte yarar görmüyorum. Ancak bir okurum, yorumunda sürekli siyaset yazmamı talep ediyor, hatta konu bulamadın mı da başka yazılar yazıyorsun diye eleştiriyor.
Ben yazmaya başladığımda, yazacaklarım içerisinde siyaset, ticaret, sosyal hayat, bürokrasi gibi her çeşit olayların olacağını belirtmiştim. Hani lokantaya gidersiniz de her çeşit yemekten oluşan aşçı yemeği istersiniz ya, işte bizim yazılar da aşçı yemeği türünden olacak demiştim.
Zira benim yazılarım, hayatın içerisinden kesitler şeklinde olacaktır. Ütopik, felsefi, idealist yazı yazmak benim işim değil. Çünkü ben, eylem adamıyım. Sadece fikir üretip icraat yapmayan insanlar, benim tarzım değildir. Adam ömründe adaletli hiçbir iş yapmayıp sosyal demokrasiden bahsediyorsa; ömründe namazla niyazla hiç işi olmayıp Müslümanlıktan bahsediyorsa; vatanını, milletini, devletini sevmeyip ülkücülükten bahsediyorsa; benim işim olmaz öyle adamlarla.
Hiç unutmuyorum, öğrencilik yıllarımda kendisi oruç tutmadığı halde oruç tutmayanları döven bir arkadaşa, "Yahu arkadaş, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!.. Sen oruç tutmazken, oruç tutmayanları neden dövüyorsun?" diye sorduğumda, "Benim dünya görüşüm onu gerektiriyor!" deyince, "Arkadaş, önemli olan senin dünya görüşün mü yoksa orucu farz kılan yüce kitap mı?" dediğimde, "Bak, o yüce kitabı bu işe karıştırma o başımın tacı" demiş ben de, "O yüce kitap foter mi de başına koyuyorsun onu, yoksa emrettiklerini yerine getirmek gerekmiyor mu?" diye sorunca sus pus olmuştu.
Ben sırf laf olsun, torba dolsun diye yazmam. Yaşadığım veya yaşanmış olayları yazarım ki hem kendim hem de okuyanım istifade etsin. Yazı başlığına da "Yap bir çay demli olsun!" deme nedenim; yazılarımın sohbet şeklinde olmasını, hem sizlerin okurken sıkılmamasını hem de kendim yazarken sıkılmamayı istediğimdendir. Sonra da sizler, evde iseniz yenge hanımı yanınıza alıp bir yandan çayınızı yudumlarken, bir yandan da yazıyı okuyup yorumlayın, ama sakın çaya şeker koymaya kalkmayın!..
Hiç unutmuyorum, eski İlkadım Belediye Başkanı Ahmet Okuyucu Bey'in merhum babasını ziyarete gittiğimde bana hiç unutmayacağım bir ders vermişti. Merhum, valide ile beraber çay içiyorlardı, çaya şeker koymamışlardı. Ben de şekersiz çay içmeyi çok istememe rağmen beceremediğimi anlatınca, "Evladım, biz şeker yerine birbirimize bakıp tatlanıyoruz da o yüzden şekere ihtiyaç yok. Sen de öyle yap, o zaman becerirsin." demişti. Allah rahmet eylesin hoş adamdı.
Bana göre, yazının akıcı olması için samimi ve yaşanmış olması gerek. Mesela camide vaaz dinlerken, şayet hatibin konuşması içten, samimi, konularına vakıfsa, bıkmadan usanmadan dinlersiniz. Yok monoton bir anlatımla önüne kitabı alıp anlattıkları bittikçe kitaptan bakıp anlatmaya çalışıyorsa başlarsınız camide uyumaya.
Hiç unutmuyorum, çocukken Ramazan'da teravih namazına gitmiştim de hoca, Allah selamet versin, yaklaşık bir saatte namazı bitirince; cami çıkışında cemaatten biri hocaya; "Hocam, ben bu akşam teravih namazında tam 8 tane rüya gördüm, acaba namazım oldu mu?" diye espriyle karışık sitemde bulunmuştu.
Ben de yazıyı okurken uyumayasınız diye yaşanmış olayları anlatmaya çalışıyorum. Bu olaylar, hayatın güzel yanları. Bunları insanlarla paylaşmak da güzel olsa gerek. Hayat serüvenimde memurluktan, ticarete, bürokrasiden siyasete her çeşit yaşanmışlık olduğundan yazacaklarım, 10-15 yıl yeter diye düşünüyorum.
Değerli okurumun endişesine mahal yok. Önümüzdeki yazıda bugünkü manşet haberle ilgili yaşadıklarımı anlatmak üzere iyi haftalar.