Kamuoyunda türban düzenlemesi olarak bilinen Anayasa değişikliğinin, Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi üzerine başlayan ve devam eden tartışmalar hepimizin malumudur.
Yargının bu kararı verirken, hukuki değil siyasi davrandığı yolundaki düşünce ve yorumlar karşısında, 25 yıl hâkim olarak çalışmış birisi olarak birşeyler söylemek gereğini hissettim.
Basitçe Kuvvetler Ayrılığı Prensibi olarak tanımlanan, yasama yürütme yargı üçleminden başlarsak, her kurum bir kuvveti (!) temsil ediyor demektir. Kuvvet, sahip olunan güç ise bu güç kime karşı kullanılacaktır? Belki bu tanımda kuvvet kavramını yeniden gözden geçirmek gereklidir.
Yasama ve yürütme güçlerinin ülkemizde birbirinden ayrı olduğunu söylemek mümkün değildir. Genellikle mecliste çoğunlukta olan parti hükümeti kurmaktadır. Yine genellikle hükümet üyelerini çoğunluk partisinin genel başkanı belirlemektedir. Hal böyle olunca yürütme organının (hükümetin) yasamaya karşı bağımsızlığından söz edilebilir mi? İçiçe geçmiş yasama ve yürütmenin ayrı güçler olduğunu söylemek ne derece doğrudur?
Yasama ve yürütmeden bağımsız bir güç olması gereken yargının ülkemizdeki hukuki ve fiili durumuna gelince;
Hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde, kabul edilenlerin staj süresince eğitiminde, atanmalarında, meslek içi yükselmelerinde, siyasi bir makam olan Adalet Bakanlığı"nın etki ve yetkisi gayet açıktır.
Hafızamızı yokladığımızda, bakanlık kadrolarını kendi partilileri ile doldurduğunu övünerek (!) söyleyen Adalet Bakanlarını, tutuklu belediye başkanını gizlice (!) ziyaret ederek onu yargılayacak hâkimlere gözdağı veren Adalet Bakanlarını, hakkında yüz kızartıcı suçlardan soruşturma bulunan kişileri dokunulmazlık zırhı ile donatarak yargının elinden kurtaran parti liderlerini, şaibeli polisi Adalet Bakanı yapan siyasetçileri, karşısındaki âmânın iki dolma yediğini bilen âmâ örneği ile tarafgirliğini hoş göstermeye çalışan Adalet Bakanlarını, hâkimlik mesleğinden atılan kişiyi kendine danışman yapan siyasetçileri, kişiye özel kanun çıkararak yargı kararlarını etkisiz kılan yasama meclisini unutmak mümkünküdür.
Siyaset hiçbir zaman yargının içinden elini çekmemiştir. Yargının denetimi, siyasi bir makam olan Adalet Bakanlığına bağlı müfettişler eli ile yapılmaktadır. Adalet müfettişleri, bakanlık bürokrasisi tarafından seçilmektedir. Hakkında soruşturma yapılacak bir hâkim veya savcıyı, hangi müfettişin denetleyeceğine Adalet Bakanlığının bürokratları karar vermektedir.
Saydığımız bu örnekleri çok daha fazla artırabiliriz. Ancak en az bu kadar önemli olan bir diğer husus ta, yargı mensuplarının kendi iç uygulamalarında gösterdikleri davranış düzeyidir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu"nun yapısı, çalışma biçimi ve kararları yıllardır tartışma konusudur. Hatta bazı kurul üyeleri hakkındaki yolsuzluk iddia ve tespitleri meslekten ayrılmalarının istenmesi sonucuna kadar gitmiştir.
Hâkim ve savcıların atanmalarında dikkate alınan ölçütler ne derece objektiftir. Her kararname öncesi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun koridorlarında oluşan görüntüleri hatırlayalım.
Yargı ve mensuplarını ülkenin diğer kurum ve kuruluşlarından soyutlamak mümkün değildir. Ülkemizdeki eğitim, sağlık, asayiş, ulaşım hangi düzeyde ise yargının da düzeyi o olacaktır. Hammadde kalitesi yükselmediği sürece, ondan elde edilecek ürün kalitesi de yükselmeyecektir.