Sibirya’nın ücra köşelerinde, stepler, dağlar, geçit vermez ormanlar arasında, bin, en çoğu iki bin nüfuslu, fakir, evleri ahşap, iki kilisesi olan -biri kasaba içinde diğeri mezarlıkta, şehirden ziyade Moskova dolayındaki güzel köyleri andıran tek tük kasabalara rastlanır. Birçoğunda emniyet müdürleri, yargıçlar ve memur nüfusu oldukça kabarıktır. İklim soğuk olmakla beraber, Sibirya’da memurluk hayatına genellikle kolay ısınılır. Basit, tutucu bir halkı vardır; kurallar eski, sağlamdır ve asırlar boyunca handiyse kutsallık kazanmıştır.
Memurlar haklı olarak kendilerini Sibirya eşrafı sayarlar; bunların bazıları yerli ve kökleşmiş Sibiryalılardır, bazıları da Rusya’dan, hatta birçoğu büyük şehirlerden gelmişlerdir. Bunlar, atandıkları işle pek ilgisi olmayan aylıklara, iki kat harcıraha ve istikbal için parlak ümitlere kapılarak gelirler. Aralarında hayat bilmecesini çözebilenler hemen hemen her zaman Sibirya’da kalır, orada seve seve yerleşirler.
Sonraları da birçok zengin ve faydalı ürün meydana getirirler. Fakat aklı bir karış havada olanlar, hayat bilmecesini çözmeyi bilemeyenler, Sibirya’dan çabucak bıkarlar, üzüntüyle kendi kendilerine, buraya niçin geldiklerini sorarlar. Sabırsızlıkla üç yıllık mecburi hizmet süresinin dolmasını bekler, hemen sonra da nakilleri için uğraşmaya başlarlar; sonunda da Sibirya’ya küfürler savurup onunla alay ederek pılı pırtıyı…