İnsan yaşamının amacının ne olduğu sorusu sayısız kez sorulmuştur,ama şimdiye kadar tatmin edici bir yanıt alınamamıştır, belki de yoktur. Bu soruyu soranların bazıları,bir amacının olmadığı anlaşılırsa,yaşamın kendi gözlerinde tüm değerini yitireceğinin de farkındadırlar.
Yaratılış amaçları insana yardım etmek olmadığı sürece,hayvanların yaşam amaçları hakkında hiç kimse konuşmak istemez. Ama bu makbul bir görüş değildir,çünkü insanın hayvanların pek çoğuyla betimleme,sınıflama,inceleme dışında yapacak bir şeyi yoktur,ayrıca sayısız hayvan türü de insanların gözüne görünmeden yaşamlarını tamamlayıp yeryüzünden silinerek böylesi kullanımdan uzak kalmıştır. Öyleyse yaşamın amacını ancak din açıklayabilir.Bu olguya insanlık adına vicdanı da ekleyebiliriz.
Yaşamın amacı fikrinin din ile vicdana bağlı olduğu çıkarımına ulaşılması yanlış olmaz fikrine vicdanı olmayanın dini olmaz sözünü ekleyebiliriz. Bu nedenle insanların kendi davranışları ile neyi,nasıl yaşamalarının amaç ve niyeti olarak ortaya serdikleri,yaşamdan ne talep ettikleri, yaşamda neye erişmeyi arzuladıkları şeklinde daha iddiasız soruyu yöneltebiliriz. Bu sorunun yanıtı hiçbir kuşkuya yer bırkmayacak denli açıktır.
İnsanlar mutluluğun peşindedir,mutlu olmak, öyle yaşamak isterler.Fakat bu çabanın bir olumlu,bir de olumsuz yönü vardır.Bir yandan acı ve keyifsizliğin yokluğunu,öte yandan da yoğun haz duyguları yaşamayı ister. Dar alanda "mutluluk" yalnızca ikincisiyle ilişkilidir.İnsanların eylemleri de hedeflerin böyle ikiye ayrılmasına denk düşecek şekilde bu hedeflerden - esas olarak ya da yalnızca hangisine ulaşmayı amaçladıklarına bağlı olarak iki yöne doğru gelişir.
Yaşamın amacını belirleyen şeyin yalnızca haz ilkesinin programı olduğunu görüyoruz.Bu ilke en başından beri zihinsel cihazın işleyişine hâkimdir.İlkenin hedefe uygunluğu şüphe götürmez,ancak programı bütün dünya ile,makrokozmos ile olduğu kadar mikrokozmos ile de çatışma içindedir.Bunun uygulanması mümkün değildir,evrenin bütün oluşumları ona karşı çıkar.
İnsanın içinden "mutlu" olması gibi bir niyet "yaradılış" planında yer almaz denilmesi daha uygun olacaktır.Dar anlamda mutluluk dediğimiz şey,iyice birikmiş gereksinmelerimizin daha çok ani bir tatmini olup doğası gereği yalnızca kısa dönemli bir görüngü(tü) olarak gerçekleşebilir.Haz ilkesinin özlemini duyduğu durumlardan birinin sürekli hale gelmesi,yalnızca gevşek bir hoşlanma duygusu verir.Yapımız icabı yalnızca karşıtlıklardan yoğun bir zevk alabiliriz,sürekli durumlardan aldığımız zevk ise pek azdır ve kısa sürelidir.
Anlaşılıyor ki,mutluluk olanaklarımız zaten bünyemizde sınırlanmış olur.Mutsuzluk duymak ise çok daha kolaydır.Üç taraftan acının tehdidi ile kuşatılırız: kaderi çöküş ve yok oluş olan,uyarı işaretleri olarak ağrı ve şikayetten de yoksun kalmayan kendi vücudumuz;karşı durulmaz,acımasız,yıkıcı güçlerle bizi mahveden dış dünya ve son olarak da diğer insanlarla ilişkilerimiz.Bu son kaynaktan gelen acıyı belki de diğerlerinden daha can yakıcı buluruz.
Gene de yılgınlaşmayalım; insan toplululuğunun bir üyesi olarak,bilim önderliğindeki tekniğin yardımıyla doğaya karşı saldırıya geçmek ve onu insan iradesine tabi kılmak yaşam görevimizdir.Bu durumda herkesle birlikte herkesin mutluluğu için çalışmak yaşam amacımızın düsturu olmalıdır.
Sonuçta her acı sadece bir duyumdur,onu hissettiğimiz sürece var olur.Bu hissediş de organizmamızdaki belli donanımlar sayesinde gerçekleşerek yaşam yaşam amacımızı oluşturur ve sürekli canlı tutar.Çünkü yaşam her şeye rağmen güzel ve kutsaldır.