Yaşanmış bir hikaye

Yıl; 1914. Aylardan kasım veya Aralık, yani çift sürme zamanı…
Ceddimiz Osmanlı"nın 7 dış cephede ve sayısız iç cephede savaştığı yıllar…
Dışardan; İngiliz, Fransız, Yunan, Bulgar ve de Moskof"un orduları…
İçerde ise; Moskof"tan da adi, cani; Rum, Ermeni ve dahi kanı bozuk, sütü bozuk asker kaçkını yerli eşkıyalar…
Dışardan saldıranlar; Balkanları, Kafkasları ezip-kırıp geçmiş, Çanakkale"ye dayanmışlar, dedelerimiz destan yazmakta Anafartalar" da, Conkbayırı"nda…
Merhum Şairimizde Çanakkale şiirini yazmakta; “Şu Boğaz harbi nedir, varmı dünyada eşi” diye…
Bütün bir millet seferber olmuş, lise öğrencileri bile gönüllü, savaşta…
İçerde ise, Ermeni, Rum eşkıyaları ile savaş kaçkını soysuzlar yol kesmekte, erleri savaşa gitmiş köyleri basmakta ve kocası Çanakkale"de destan yazan yiğitlerin namuslarına saldırmakta…
Her yer yakılmış, yıkılmış, enkaz halinde…
İşte bu günlerimiz bu enkazın içinden doğup-büyüdü…
Hikâyemizi de bu gerçekler ışığında değerlendirelim lütfen…
İlimizin, bir köyünde, Birinci ve ikinci Balkan savaşlarından dönmüş, 33 yaşlarında Yasuroğlu Ali diye biri…
Yaşlı bir annesi, Eşi ve 12 yaşında Nasuh, 10 yaşlarında Mustafa ve 6 aylık Ahmet adında da üç oğlu vardır.
Her yerde açlık ve sefalet kol gezmekte, ama hayat da devam etmekte olduğundan, köyünün Sülük gölü mevkiindeki tarlasında çift sürmektedir…
Belki savaş ganimeti, belki de baba yadigârı yeleği ve köstekli saati asılıdır tarla kenarındaki bir ağacın dalında…
Önce davul ve peşinden tellal sesi duyulur.
“Duyduk duymadık demeyin, seferberlik ilan edilmiş olup, eli silah tutan tüm erkekler Bafra askerlik şubesine acele gitsinler ve yanlarında 3–4 günlük azıkları da olsun” diye…
Çağrıyı duyan helal süt emmişler Askerlik şubelerine koşarlar…
Yasuroğlu Ali"de; Büyük oğluna Nasuh"una döner “ Oğul bu gidiş belki de sondur, dönüşü olmaz, nenen, annen ve iki kardeşin sana emanet, yeleğimle, köstekli saatimde senindir, bu günlük yiyeceğiniz var, yarını da siz bulun, azık da almıyorum, Allah Kerim deyip;
Annesi Zühre, eşi Selime ve iki oğluyla helalleşir, 6 aylık oğlu Ahmet"i öper ve büyük oğlunun kucağına verir, sana emanettir iyi bak diye…
Gidiş o gidiş, bir daha dönmez…
Mezarı var mıdır, nerdedir bilinmez, belki Çanakkale"de, Belki Batum"da, belki de Eskişehir, Sakarya, Dumlupınar"da kim bilir!
Askerlik Şubesine de kayıt düşülür “ Harbi Umumide kayıp” diye…
6 ay sonra eşi Selime açlık ve hastalıktan ölür, daha 32 yaşlarında…
Yaşlı nene ve 3 torun kalır geriye…
Aradan 6 yıl geçer,1920 yılları…
Alaçam"a iner yaşlı nene, yanında 6 yaşlarındaki Ahmet"le, Rumların bayramı vardır da Sivri tepe"de…
Belki karnımızı doyururuz umuduyla…
Eh işte karınlarını doyurup, fazladan iki- üç bazlama da alırlar köydeki Nasuh ve Mustafa için…
Gece Alaçam Kadıköy de terkedilmiş bir viranede yatarlar…
Sabahleyin Ahmet uyanır, nenesini çağırır, ama nene de ses yok, hem de soğuktur eli yüzü…
Ahmet"çik ne bilsin ölümü, nenesinin onu böyle bırakacağını, başlar ağlamaya…
Sesi duyan birkaç yaşlı gelir, neneyi oraya defnederler, Ahmet"i de yollarlar köyüne…
Köydekiler ne yapsın, herkes başının çaresine bakar, Ahmet"i de verirler Bafra Mardar"a hizmetçi…
20 yıl sonra köyüne döner Ahmet…
Evlenir, 13 çocuğu ve yetmişe yakın torunu olur…
1976 yılında bir kış günü 62 yaşında kavuşur Yasuroğlu Ahmet, Şehit babası Yasuroğlu Ali"ye ve 1915"de açlıktan ölen annesi Selime"ye ve Zühre nenesine…
Geride babası gibi; Söz vatan olunca, yarını düşünmeden koşacak ve hikâyesini yazacak evlatlar bırakarak…
Eminim sizlerinde buna benzer kesitler vardır, geçmişinizde…
Nur içinde yatsın tüm şehit ve gazilerimiz…
PKK"mı?
Bölmek mi?
Vatanı mı böleceklermiş?
Hadi be sen de…
Bölmek isteyenler, 1914 deki asker kaçağı, eşkıyaların torunlarıysa, Çanakkale"dekilerin torunları yok olmadı ya!
Tükürür sonra dedem de, nenem de, babam da…
Böldürtenlerin suratına