Yazı yazmak, bugün ne işe yarar

Yazınsal kültürün, görselliğe yenildiği, ikna ediciliğini önemli ölçüde yitirdiği, hızla gerilediği bir (bu) zaman-mekan diliminde yazı yazmak ne işe yarar?
Zaman dilimi-mekan dilimi açısından baktığımızda; zaman dilimi diye bahsettiğimiz, internetin, diğer tüm iletişim biçimlerinin önüne geçtiği, haberlerdeki resimlerin boyutlarının gitgide büyüdüğü, pek çok şeye yabancılaşan, empati yeteneğini ve merakını önemli ölçüde yitiren insanın, kendisinden başka bir insanın dışavurumlarına önem vermediği gibi kendisini de dışavurmadığı yani sözün kısası, kendini gerçekleştiremediği bir zaman dilimi.
Mekan dilimi olarak da Türkiye bahsimizin odağı. Yani bu bağlamda mekanı tanımlamak gerekirse, insanların günde ortalama birkaç sn. okudukları, “edebiyat parçalama!!!” , “felsefe yapma!!!” gibi halkın diline yerleşmiş buyurganlıklardan da anlaşılacağı üzere düşünceye ve bunun dışarıya yöneltimi olan yazıya pek önem verilmeyen, dergi,kitap vs. gibi yayınların basım-dağıtım maliyetlerinin oldukça yüksek olmasından kaynaklı olarak, bir sermaye grubunu arkaya almadan yayın yapmanın oldukça zor olduğu bir mekan.
Türkiye"de süreli ve süresiz  yayınları takip edenlerin nüfusa oranı yüzde olarak bir elin parmaklarını geçmez. “Bestseller” bölümüne konup, hakikaten burada çok satar hale getirilen kitaplar da dahil. Zaten halk okumak istese bile önüne maddiyat engeli çıkıyor. Bir kitabın fiyatı ortalama 10-15 ytl. Asgari ücret ne kadar? Temmuz"da 457 ytl olacaktı. Hesaba gerek yok ama kitaba gerek var.
Peki kitap karın doyurur mu ya da aç karnına kitap okumak ne işe yarar? Maslow, “ihtiyaçlar hiyerarşisinde” pek bir işe yaramayacağını anlatır bize. Dolu bir zihin ile boş bir mide o klasik romantik söyleme bir gönderme olarak bir elmanın iki yarısı olamaz.
Bir grup entelektüel yazıyor, çiziyor. Belki biraz daha geniş bir kitle de okuyucusu oluyor bu yazı, çizilerin.
Kitapların, özellikle de toplumsal bir meramı olan kitapların konusu halkın kendisi oluyor. Yani anlatılan kendi hikayendir. Fakat kendi hikayesini anlatan kitaplardan haberi bile yok halkın. Farz-ı misal, “Akkuyu"da kurulması planlanan nükleer santralin olası zararları” diye bir kitap yazıldı. Bu kitap Akkuyu halkına ulaşmaz ise hedefine ulaşmış olur mu? Oluyormuşçasına, bu konu gündem dışında tutuluyor.
Bir daha soralım yazı yazmak ne işe yarar bu koşullarda, bu biçimde?
Yazı yazmak kişisel dışavurum aracı olması dolayısıyla önemlidir, kişiyi kendisiyle ve bilmedikleriyle yüzleştirir elbet. Fakat topluma dair 3-5 laf eden bir yazı kitlelere ulaşamıyorsa ne anlam ifade eder kişisel tatminden başka?
Sonuç niyetine şöyle bir önerme yazabiliriz: Yazmak, çizmek bugün toplumsal olarak işlevselliğini önemli ölçüde kaybetti. Ne kimse yazılan bir yazıyla yerin dibine giriyor ne de bir kitap okuyup bütün bu kandırmacaların yaşandığı dünyada, kendine gerçek zaman-mekan yaratabilmek için mücadele ediyor. Yazı tetikleyemiyor.
Eğer yazılanların bir işe yaraması önemseniyorsa, sadece yazı yazmak hiçbir şey ifade etmiyor. Buna binaen, yazılanların ilgili kitleye doğru bir biçimde ulaştırılması için tekelci medyayı aşkın hale gelebilecek çeşitli araçlar ve biçimler de üretilmelidir.
kırık kulak / [katavasya-muzik.blogspot.com]
Ali Asker [ŞarkIşla]
Ali Asker [ŞarkIşla]

BİR ağıttır 6 Mayıs 1972 "ye. Okur-yazarlık yoktur ama avukat olmak gerekiyordur. Aslında hem avukat olmak hem de “Deniz” olmak gerekiyordur. Sevinç Eratalay seslendiriyor, klavyeden bir arpej ve sözlerden geriye kalan klarnetin çığlıkları, yani fidanların anısından çatırdayanlar. Son düzlükte klarnetin taksimvari solosu, dinleyiciyi uyarıyor, kulak kabarttırıyor. Sözlerin içinde ironi var, doğal bir yakarış, biraz da ajitasyon var.
Müziği “katavasya-muzik.blogspot.com”dan dinleyebilirsiniz.