Yazıldığı gibi konuşulmaz

     Türkçemizin söylenişi ya da konuşulması noktasında, insanları her zaman zora tutsak eder bir dil anlayışıyla yaklaşılıyor. Türkçemiz, "dünya dilleri arasında yazıldığı gibi konuşulan tek dildir" gibi ya da böyle konuşulan "sayılı dillerden biri"dir, söylevleri atılıp tutuluyor. Bunu uygulamaya çalışınca da ortaya "tepkisellikte söz birliği" edilmişçesine, bu tutumun tam tersinin insanlarca  benimsenmiş olduğu görülüyor. Herkes, kafasına göre konuşmaya, sözcükleri söylemeye başlıyor.

     Bunun temel nedeni de okullardaki "eğitime dayanıyor" biraz, desek yanlış olmayacak. Geçenki yazımızda değindiğim şiir dinletilerinde de bunu gördüğümüzü belirttim. Gençlerin seslendirdiği şiirler, aynen "yazı diliyle aktarılıyor" kulaklarımıza. Hangi genç, böyle konuşuyor, o sözcükleri yazıldığı gibi söylüyor? Bilen varsa söylesin lütfen!..

      Gençlerin o şiirleri seslendirmeleri için çalışan arkadaşların emeklerine saygıyı bir borç biliriz. Ancak şiirlerin şiir olması gereğini de göz önünde bulundurduğumuza bir önceki yazıda değindim. Hakkıyla ve doğrusuyla hazırlanan etkinliklere söz etmediğimiz bilinsin isterim. Ancak "söyleyiş" konusunda bilinmesi gerekeni unutmamak gerekir ki, o da; "Türkçenin yazıldığı  gibi konuşulmadığı"dır.  Yazı dili olan bütün diller için geçerli bir gerçektir bu. Yazılışta kullanılan "alfabetik semboller (harfler)", değişik biçimlerde sesleri de içerir. Çünkü, "seslendirilmeyle ilgili fonetik alfabede harfler hükümsüz" kalır. Yazı dilimizde 29 harf varken "söyleyişte ortaya çıkan ses 48" tanedir. Bu da konuşmadaki seslerin oluşum ve söyleniş biçimleri, birbirleriyle olan ilişkileri, seslerin hecelere, hecelerin de sözcüklere dönüştüklerinde uğradıkları değişikliklerle oluşur. "Fonetik" denilen şey de budur.

      Söyleyişte 48 sesin görülmesi, yazıda kullanılan "harfin sesçe değişmesi"nden ileri gelir. Türkçe yazı dilinde bir tane "n" sesi vardır ancak, söyleyişte en az dörde çıkar; 'A-nka-ra (kalın 'k'), re-nk-(ince 'k'), e-nf-iye, Ko-ny-a' gibi. Bir tane "e" harfine karşılık iki "e" sesi vardır, "derya" ile "deniz" sözcüklerinde olduğu gibi;  "a" harfi tektir, söyleyişte "adet (tane anlamında)" ve "adet (gelenek anlamında)" sözcüklerinde olduğu üzere ikidir; "k" sesinde kalınlık incelik durumuna göre ikiye çıkar sayı. Bu sayı böylece artarak gider harflerle sesler arasında. Böyle bir farkın olduğunu bilinen örneklerle saydım. Bunlar bilinen şeyler diyebilirsiniz. Asıl bundan sonrası önemli.

     Şiirler ya da tiyatrodaki replikler söylenirken kulağı tırmalayan söyleyişlerden en belirgini; "-acak, -ecek" ekinin söylenmesinde ortaya çıkıyor. Örneğin, "soracak ve bilecek" biçiminde yazılan sözcüğü yazıldığı haliyle söyleyemezsiniz. "-acak, -ecek" eki, sözcüğe eklendiği eylemin "o, ö, u, ü" ünlüleri etkisiyle "u-cak, ü-cek"; eklendiği eylemin "a, e, ı, i" ünlüleri etkisiyle de "ı-cak, i-cek" olarak: "sor-u-cak, bil-i-cek" biçiminde söylenir.

    Kaynaştırma harfi "y", söyleyişte kendinden önceki, "-a, -e, -an, -en, -arak, -erek" eklerindeki "a"ları "ı", "e"leri "i" olarak darlaştırırken; " - acak, -ecek " eklerinde hem ilk 'a, e' darlaşır hem de ikinci "a, e" yi düşürür: "başlaya" diye yazılırken, "=başlıya" diye, "başlayan=başlıyan, başlayacak=başlıycak, başlamayacak=başlamıycak" biçiminde söylenir. 

    Gelgelim yumuşak g'ye (ğ) ki, "Türkçede söylenmeyen bir harf"tir. Çünkü, estetik olarak kulağa hoş gelmez ve geriden, gırtlağı zorlar.  Yumuşak "g", hece sonunda olursa, kendinden önceki ünlüyü bir değer uzatır ( ":" uzatma işareti) 'dağlamak=da':'lamak, doğmak =do':'mak' gibi; "a-a" sesleri arasına geldiğinde "a" bir değer artar, 'sağanak=sa':'nak, mağara=ma':'ra' gibi; "a-ı" sesleri arasında "a" sesi bir değer uzar, 'bağır=ba':'r, kağıt=ka':'t' gibi; "o-a" ve "o-u" sesleri arasındaysa "o ve a" ile "o ve u" seslerini karışık seslilere dönüştürür (diftong), 'poğaça=poaça, doğal=doal' ve 'oğul=oul, doğu=dou' gibi; "e-e" ya da "e-i" arasında "Y" sesi olur, 'değer=deyer, değişim=deyişim' gibi.

    Yazı dilinde kurallar vardır ve uygulanır. "Söyleyişin de kendine özgü kuralları vardır" ve bunlar saptanmış, geçerliliği olan kurallardır. Dilin "zenginliği, derinliği, ifade gücü ve estetiği" için konuşmada bu kurallara uygun davranmak gerekir. Tersi durumda gayet "gülünç" olunuyor. Yazıldığı gibi konuşulduğunda; bir "yapaylık" da doğuyor konuşan kişide. O nedenle de gençlere "diksiyon" kazandırılacaksa; bu, doğrusuyla sağlanmalıdır. Diğer türlüsü "alaya alınmaktan" öteye götüremez bizi.
O zaman gençlerde görüp, ah vah ettiğimiz, konuşma biçiminden yakınmak da yersiz olur. Bu kurallar, buradakilerle sınırlı değil elbet. Yerim elverdiğince ve kulağıma takılanlarla yetindiğimce ele aldıklarımdır.