YAZMANIN HÂLLERİNDEN
Allah biliyor, biraz korktum. “Yazmanın Hâlleri” başlıklı yazı, hani öyle naif, safiyetle… Yani öyle yazılmış bir yazıydı. “Yazmak zor değildir” diyordu, sessizce bağırarak. Yazmak zor değildir ve konuşmak kadar basittir.
İşte “konuşmak kadar basittir” dediğimde, Michel Foucault’dan, “gizli” bir alıntı yapıyordum. Âşikâr edeyim de rahata binsin iş…
“Bugün yapmak zorunda olduğum konuşmada ve burada belki de yıllar boyunca yapmak zorunda kalacağım konuşmalarda, hiç kimseye sezdirmeden eriyip gitmeyi dilerdim. Söze başlamaktansa, sözün beni sarıp sarmalamasını dilerdim.” (*)
Sonra uzar yukardaki demeler. Özetle der ki: “biri benden önce başlasaydı konuşmaya ve ben o konuşmayı sürdürseydim”
Peki ben ne diyordum o yazıda, “Yazmanın Hâlleri”nde? Filozofun dediğinin tam tersine “çok zorlanmam ben” diyordum. Biri, benden önce konuşmaya başlamasın, ben konuşurum diyordum. Yazmak da konuşmak kadar basittir diyordum. Peki, basit olan zorluyorsa insanı? Koskoca filozof, konuşmaya başlamak için bir başkasının konuşmasının süreğine katılmayı hayâl ediyorsa?.. Yani aslında çok da basit değildir, konuşmak da yazmak da… İşte bunu diyorsa?..
[İnanın, tam bu noktada, yazdığım tüm sayfa –artık nereye dokunduysam- tümden siliniyor. Yani ne dersiniz, çok da basit değil, değil mi? Şimdi ben oturup, o silinen yazıyı, aklımda kaldığınca tamamlayacağım. Sahi, bunu yapmak “basit” mi?]
Konuşmak, yolda gördüğünüz birine “selâm” demekle başlayabilir. Sonra o da size, selâmınıza, karşılık verir. Ve bir muhabbetli sohbet başlayabilir aranızda. Söz “akışır” karşılıklı. Ve bu hiç de zor değildir. Zor mudur? [Artık her cümleyi yazar yazmaz kaydediyorum, bir kez yitirdim ya, tekrar yitmesin diye uğraşıyorum]
Israrla diyorum ki “yazmak da konuşmak da zor değildir”. Birinin, benim yerime konuşmaya başlaması, sonra o konuşmayı kolayca sürdürmeye yeltenmem gerekmez. Ben, bir konuşmayı başlatabilirim. Ha keza yazmayı da… İlk cümleyi kurar ve sürdürürüm, diyorum.
Tabi, şimdi bu yazıyı okuyunca, gazetemizin çalışanları diyecek ki “madem bu kadar basit de niye yazıların en geç saatlerde ulaşıyor bize?” İşte o zaten dediğim benim. O kadar kolay ki o yüzden o son dakikalara sarkıyor. Çünkü ben hiçbir yazımı, beş dakikadan daha uzun sürede yazmadım. Sona kalışı bundan… [Ve de bir özür borcunu gidereyim sayfa düzenleyenlerden, araya sıkıştırarak]
Felsefe, sanırım en önce, tüm felsefe tarihini okumakla başlar. Elbet biraz da “mayanız” hazır olacak buna. Yapı hazır değilse, felsefeden bahsetmeniz – amiyâne tabirle- felsefe yapmanız “sırıtır”, komik kaçar.
Ve bir önceki yazıda, yani “Yazmanın Hâlleri”nde demiştim ki: “Aklına eseni, bir köşe yazısına sığdırmak zordur” Düşünün, bir kitap yazmıyorsunuz, altı üstü, aklınızdan geçeni, köşe yazısı boyutuna indirgeyip yazacaksınız. Hem de akıl sahiplerine, “bundan bir kitap çıkar” dedirteceksiniz. Hadi bakalım, şimdi ne “basit” ve ne “karmaşık”?
Sahi, ne diyorduk? Yazmak kolaydır mı? Dediğimiz bu muydu?
(*) Michel Foucault – Söylemin Düzeni – çeviri: Turhan Ilgaz, hil yayın 1987