Yeni birilerini tanımak sizi hâlâ heyecanlandırıyor mu yoksa bir zamandır limitinizi doldurduğunuzu mu düşünüyorsunuz...
Her yeni tanıştığınız kişiyi bıktığınız yorgunlukların bir başkasına yol açacak obje olarak mı görüyorsunuz artık? Yeni bir iş yeri, yabancılarla dolu bir davet ya da seminer içinize sıkıntı mı yoksa öğrenme heyecanı mı veriyor.
İçi bomboş diyaloglardan usandığınızı düşünüp susmayı tercih edenlerden misiniz?
Yoksa her yeni insan bir başka pencere mi açıyor hayatınıza?
Diğerlerini tanıdıkça ya da kalabalığın ortasında etrafa alıcı gözüyle baktıkça birilerini tanımak eskisi kadar mutlu etmez oluyor insanı. Yeni ya da eskiden kalma birilerini iyice tanımak yani...
Tanımak çokça hayal kırıklığı çünkü... Kimsenin kimseyi çekmeye takati yok, vakti yok, sabrın yok...
Bu sebepten ve de uzun yıllar insanla insan arasındaki diyalogun insanca yaşanmasına adanmış hallerin kimilerince 'gerçek dışı' olarak adlandırılmasından usandığı için artık yeni birilerini tanımaya dair ufacık bir istek kalmıyor insanın içinde...
Hevesten geçiyor, neşeden geçiyor, azaldığı yerde duruyor.
Oysa anımsıyor musunuz, nasıl da başka bir şeydi yeni bir insana uzanan o ilk bakış; meraklı, sevecen...
O eski arkadaşlar ve hiç birini unutmuyor insan sevgisi daha sıcak ve samimi. Benim dostlarım en eskilerdir yeni birlerine ayak uydurmak yoruyor beni belki de ne anlamak istiyorum nede kendimi anlatmak.. kim bilir o yüzden yalnızlığı seçiyoruz kendimize
Sıra arkadaşlıkları, kantin arkadaşlıkları, bahçe bakışmaları...
Ve de son bakış elbette.
Eminim herkesin hayatında vardır bir kenara kaydedilmiş bir 'son bakış.'
Okulun tatile girdiği o günden, bir mezuniyet töreninden, mahalleden taşınırken ya da onlar sokağa veda ederken, bir havaalanında, bir otobüs camında, bir hastane odasında... Ve o en son sözü söylerken, için kanasa da, gözlerine baka baka hoşça kal derken o son bakış
.uyurken, uyanırken, yerken, içerken yutkunmaya çalışırken su bile boğar seni yutkunamazsın, gözlerinden yaşlar iner, su boğar ve o son yüreğinde kanar ama yine de diktir başın, öfkelisindir, kızgınsındır, adım adım yok eder seni o bakış
O son bakışla doldurursun hayatını öyle yaşarsın son bakışlar satın almıştır mazini hep bir yerlerde yâd edersin, emanettir sinende beslersin vedalardan nefret etsen de kefende seninle o bakış
Pazar akşamı güzel bir arkadaş davetindeydim. Bahçelerinde sevdikleri dostlarını bir araya getirerek belki de zamanın hoyratlığına, sistemin arsızlığına inat, dostlar birbirlerini tanısınlar istemişlerdi.
İstedikleri de oldu hani... Havuza akşam karanlığı düşerken minderlerin üzerinde birbirini yeni yeni tanıyan dört kişi, harareti! bir sohbete dalmıştık bile.
Derken onu gördüm, evin haşmetli kedisini...
Karnını bahçe duvarına bırakmış ön patilerini duvardan sarkıtmış, yemeği fazla kaçırmış da üzerine ağırlık çökmüş bir insan edasıyla bize bakıyordu...
Dalgın, huzurlu, uyuşuk... 'Sanırım unutamayacağım bakışlardan biri bu' dedim o anda...
Gruptakilerden biri, 'benim de hiç unutamadığım bir bakış vardır' dedi. 'Seneler önce ağla balık tutuyorduk. Ağı bir çektik ki balıkların arasında ağa takılmış iri bir ıstakoz var. Nasıl bakıyor biliyor musunuz; gülmeyin, vallahi! İçim cız etti, şunu suya geri atayım dedim. Epey bir uğraştım, sonunda ağı kesip ıstakozu suya atım. Gözden kayboldu. Derken sonra bir fark ettim ki suyun yüzüne çıkmış bana bakıyor.
İnanmıyorsunuz değil mi! Ama gerçekten hiç unutmadım o ıstakozu.'
siz ıstakozun son bakışına gülerken ev sahiplerimiz geldi yanımıza..
Geleceğe dair bir sohbete daldık sonra.
Zehir - panzehir gibi bir şey bu...
İnsandan umut kestikçe yine insanlar umut oluyor bu küskünlüğe...
Hâlâ dostlarının bir arada olması gerektiğine inanan, bir karidese anlam yükleyen, kediye bir bakış yakıştıran insanlar...
'Köfteyi denemelisiniz' diyen, 'ne güzel bir elbise bu' diyen, 'su içer misiniz' diye soran...
Konuşan... Ve konuşurken ayağa değil yüze bakan...
Bir arada olmanın gücüne inanan... Arkadaşlarım hepinizi seviyorum
Ve ben sekercimi de çok seviyorum