Dünya tarihi, insanın insana yaptığı zulmün tarihidir. Bireysel ya da en fazla kitlesel. Biri, bir grup ya da öylesine üstün görür ki kendini, can almak yetkisini de üstlenir, mülkünde ortağı olmayanın görevine soyunarak.
Zulüm hep vardır bir yerlerde. Kan ve gözyaşından oluşmuş yıkımlar sürer. Biz ancak, ayyuka çıktığında haberdar oluruz en fazla. Artık üstü örtülemez hâle geldiğinde, sunarlar önümüze. Ağlamaklı seyrederiz, sanki yeniymişçesine.
Bir sabah ezanı vakti, yeryüzünün en büyük zalimi Irak’a, sanki havai fişekmiş izlenimi veren bombalarla girerken, hangi kalp o sahneyi izleyebilir iç rahatlığıyla? Orayı kan gölüne döndüren zihniyet, nasıl bir zihniyettir ki kılı kımıldamaz?
Yazı yazması gereken papuç fırlatır, papucunu dama attığı diktatörünün zulmü, başkaları eliyle ve daha planlı sürerken. Ve büyük ihtimal, gelişini alkışlamıştır, meydanlardan sökülürken, önünde milli marşlar söylediği heykeller yıkılırken.
Zulmün adresi, bizzat insanın kendisidir. İnsanın insana yaptığını, hiçbir canlı veya cansız yapamadı henüz insana.
Hayat hariç elbette. İnsanı, evirir çevirir hayat, zaman denilen değirmende. O yüzden işte, ölüme de güvenmek lazım diyorum. Güvenmek lazım ölüme. Ki bir gün, tüm zalimler, daha öncekiler gibi tüyüp gidecek yeryüzü sahnesinden.
Ya da hiç olmadı, biz seyircilerin ömrü biter.
Biter ömrüm ve artık görmem, kuruluşundan beri zulüm üzerine bina edilmeye çalışılan bu dünyayı…
Hadi bakalım, kutlu olsun yeni yılımız. Ki ağlayanın olduğu dünya, asla yaramaz gülene…