Herkesin bildiği bu iki kelime, bâzen, söyleyenin dilinde başkalaşıyor...Niçin mi?
Elimde, 1949 yılında Doğu Türkistan'dan komünist Çin zulmünden kaçarak Türkiye'ye gelen kıymetli yazar Hızırbek Gayretullah'ın, babası Kaynaş Gayretullah'ın hâtıralarını kitaplaştırdığı bir eser var. Adı: Dumanlı Yıllar.
Bu kitaptan daha evvelce de (Bknz. M. Halistin Kukul, Olay Gazetesi, 13. 05. 2010, Sf. 10) bahsetmiştim..Kitapta, tabiî ki, çok ibretlik mes'eleler bulunmaktadır ammâ- mevzûmuza birinci derecede ışık tutacak birkaç hususu zikretmem gerekiyor.
"Vefatının 11. Yılında Kaynaş Gayretullah" başlıklı yazısında, Kaşgarlı İsmail Cenğiz şöyle diyor: "Kaynaş, Orta Asya Türklüğü'nün hazin bir döneminde, komünizmin Türkistan'a tünediği bir kezde, bugünkü Kazakistan tesmiye olunan bölgenin Targabatay ilinde bir Kazak çadırında 1918 yılının yaz aylarından birinde Raziye hanımdan dünyaya geldi...
Babası Muhammedcan Molla, çarizmle mücâdele etmiş. Türklerin esâretten kurtarılması yolunda yapılan millî mücâdelelere katılıyordu. Ancak, 1917 yılında çarlığın inhita bulması ile yerine gelen komünizm, öncüleri bu mücahitlere yardım eder görünmüş, Lenin'in etnik unsurlarla "kendi mukadderatınızı kendiniz tayin " ediniz sözleriyle avunmuşlardı. Ne var ki, bu sözlerin yalan olduğu sonradan anlaşıldı. Muhammed Can Molla, önce Ruslar tarafından tutuklandı, daha sonra 1923 yılında, Rusya'yı terk ederek Doğu Türkistan'a iltica etti. Manas havalisine yerleşti.
M. C. Molla'nın Doğu Türkistan'a geldiği günlerde, buradaki Türkler de hürriyet ve istiklâl için çırpınıyorlardı. Gerçi, Çin henüz komünizmin kucağına düşmemişti. Fakat şovenist bir Çin diktası Türklere aman vermiyordu. M. C. Molla anladı ki, Türkler için Çin'le Rus'un hiç bir farkı yok." (Sf. 67)
Hemen bir ilâve de bulunalım ki, İngiliz'in, Yahudi'nin, F(ı)ransız'ın, Yunan'ın...onlardan bir farkı var mı?
Kaynaş Gayretullah ise, hâtıralarını Enâm sûresinin 79. âyet meâliyle bitiriyordu: "Ben Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaradan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden değilim"(Sf. 62)
Bana sorarsanız, lâfı uzatmaya, felsefe yapmaya da lüzûm yoktur; "yerli ve millî olmak", bu idrâktir!..
Peki; ne demektir bu? Şu demektir ki, bu dünyanın neresine gidersem gideyim, ben Türk'üm ve Müslüman'ım!..Kimsenin 'telkîni', ' baskısı', 'menfaati' ile yolumu tâyin edemem/etmemeliyim!..
Yine ne demektir bu? Necip Fâzıl'ın ifadesiyle: "Nutuklarımı Türkçe söylüyorum, yarın öldüğüm zaman da affımı Türkçe isteyeceğim..."
Başka ne demektir bu? Çocukluğumuzda söylediğimiz: "Yerli malı yurdun malı/Her Türk onu kullanmalı" şuûrudur..
Yerli malı dediğimiz şey, bu vatan topraklarının, onda ömür süren beyinlerin ve gönüllerin maddî veya mânevî mahsulü olmalıdır. Bu mahsulü ise, o yurdun/vatanın/toprağın üzerindeki hak sahibi millet yetiştirmeli ve kullanmalıdır. Başkalarına iltifat etmemeli, başka yollara sapmamalıdır.
Peki durum nedir?
Yani; hakîkat veya yaşanan bu mudur?
Şimdi, bir de bugüne dönüp bakalım: Türkçe/Türk Dili, bizi temsil eden yegâne millî kültür değeridir. Bozulmaması/tahrip edilmemesi ,korunması ve geliştirilmesi hususunda ciddî değil, sözle de olsa bir gayret var mıdır?
Yerli ve millî olmanın, sahiplenilmesi bakımından en mühim unsurları olan, "millet-bayrak-vatan-devlet"in, isimleri yok mudur ve esas kaynaştırıcı, birleştirici ve kucaklaştırıcı unsur olan dil/lisan, niçin bunların arasında bulunmamakta ve niçin, ortalıkta görünmemektedir?
Peki, Türk milleti, Türk bayrağı, Türk vatanı, Türk devleti ve Türk dili ifadelerini gönlümüzce söyleyemeyecek isek, yerli ve millî olmak başka nerede aranır?
Şüphesiz ki, herkes, dînî inancında serbest olduğu için, bunu, bu sıralamaya dâhil etmedim. Şurası da muhakkaktır ki, Türk milleti, hiç kimsenin kimseye üstünlük taslayamayacağı derecede Müslüman'dır ve bu, kimsenin de olur olmaz istismar etmesine fırsat verilmeden, başlara tâc edilmelidir.
Yerli ve millî olmak veya milletin değerlerine sâhip çıkmak, elbette ki, lâf ile olmaz!..Meselâ...Limanlarımızın kaçı, yerli ve millî'dir?
Yediğimiz etin, içtiğimiz sütün ne kadarı millî sermayenin emrindedir?
Sırbistan'dan, F(ı)ransa'dan veya başka diyârlardan getirip insanımıza "ucuz" diye yedirdiğimiz et'in kesimi helâl bir kesim midir?
Besmelesiz kesilen et'in leş olduğu ve haram olduğu, mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı Kerîmde, Emâm sûresinin 145. âyetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: "Leş, akıcı kan, pis hınzır/domuz eti ve Allah'tan başkasının adıyla kesilmiş olan hayvanları yemek haramdır".
Peki; bu, nasıl yerli, millî ve milletin değerleri'ne sâhip olmak ve önem vermektir, söyler misiniz?
Kaç bankamız, tamamiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin işletmesindedir, düşündük mü yoksa haberdâr değil miyiz?
Ve acaba...tohum ve gübremiz ne kadar yerli ve millî'dir?
Büyük şâirimiz Yahya Kemâl Beyatlı, "Eski Mûsıkî" başlıklı şiirinin ilk iki mısrasında şöyle diyor:
"Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden."
Geçen zaman içinde yapılan kaç eurovision yarışmasına "İngilizce sözlü" şarkıyla katıydık da, bunlar hep "yerli ve millî" oldu ve böylece, milletin değerleriyle hareket etmiş olduk?
Yerli ve millî olmak bu mu, yoksa, Yahya Kemâl'in söyledikleri midir?
Yerli ve millî markalı kaç tane resmî arabamız bulunmaktadır? Ve bayilerimizde, kaç yerli ve millî marka sigaramız satılıyor?
Sözün özü şudur: "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin...Her şey Türk Milleti için!..."
Bütün mes'ele buradadır!..