Yoğun çalışma temposu insan psilolojisini ciddi anlamda yormakta, unutkanlık, yorgunluk, halsizlik, hatta hayattan bıkma gibi ciddi sorunları beraberinde getirmektedir... Avrupa'daki tatil kültürü bize henüz yeni gelmeye başladı. Eskiden tatil birçoğumuz tarafından gereksiz harcama olarak algılanırdı. Sanayileşen ülkelerde bunun ne kadar gerekli olduğu son on yılda anlaşılmaya başlandığı gibi, ülkemizde de yeni yeni algılanmaya başlandı.
Tarım ekonomilerinin hakim olduğu ülkelerde insanlar mesailerinin büyük bir bölümünü dışarıda geçirdiklerinden, bedenen yorulsalar da ruhen yorgunluk hissetmediklerinden akşam eve geldiklerinde rahat bir uyku uyuyabilmektedirler. Sanayi toplumlarında durum çok farklıdır... Makineleşen hayat, insanları da nerede ise robot haline getirmiştir. 24 saatlik hayatın her bir dakikasında yaşanan olayların tekrarı insanlardaki heyecan ve merakı yok etmiş, her gün aynı şeyleri yaşamaktan adeta bıkmışlardır.
Globalleşen dünyada ülkemizde de aynı şeyler ağır, ağır yaşanmaya başlanmış, ağırlaşan ekonomik hayat karşısında ailedeki tüm bireyler çalışmak zorunda kalmış, sabahın erken saatinde evden herkesin çıkmasıyla başlayan koşuşturma ve günün yoğun geçen iş temposunun ardından, akşam eve gelindiğinde bir de ev işleri telaşı çıkınca, eşler arası ev işi yapma kavgaları başlar...
İşte bu nedenle Prozac adlı anti deprasyon ilacı A.B.D. de yılın en çok kullanılan ilacı unvanını elde etmiştir. Peki bu yoğun, tempolu ve yorucu hayatta mutlu olmak mümkün değil mi diye soracak olur iseniz; elbette mümkün, insan yeter ki mutlu olmak istesin... Mutluluk için mutlaka bir yol vardır. Örneğin, hafta sonu ailenizle veya sevdiklerinizle oturup, kravatlı akşam yemeği, piknik v.s gibi sosyal içerikli faaliyet yapabiliyorsak, ayda bir kez ailemizle birlikte güzel bir akşam yemeğine çıkabiliyorsak, hafta sonu kıymalı malzemesini elimize alıp fırında en az 1 saat bekledikten sonra kıymalımızı yaptırıp, ailemizle birlikte yiyebiliyorsak, ara sıra arabamıza ailemizi koyup, günübirlik veya birkaç günlüğüne şehir dışına çıkabiliyorsak, hele hele yılda bir kez en az 15 gün tatil yapabiliyorsak... Bir de sürekli olarak kendimizden zengin olanlara bakıp, onlara yetişmeye çalışmak yerine, kendimizden fakir olanlara bakıp halimize şükredersek emin olunuz ki anti depresyon ilacı almamıza gerek kalmaksızın hayatımızdan zevk alırız. Kulak misafiri olduğum bir sohbeti sizlerle paylaşarak bitirmek istiyorum...
Ziyarete gittiğim eczacı arkadaşıma, aynı zamanda yazlıklarımız da yakın mesafede olduğundan, "Nasıl geçti bu hafta sonu programın" diye sorunca, hiç beklemediğim bir cevapla karşılaştım; "Sorma arkadaş, şehir dışından misafirim geldi, hanım da elime malzemeyi tutuşturup, fırına gönderdi beni, gittim fırına, bir kuyruk ki sorma gitsin... Her halde bu fırın Pazar günleri bedava kıymalı dağıtıyor ki bu insanlar burada kuyrukta diye düşündüm, geçtim önlerine, verdim malzemeyi ustaya... Usta; 'beyefendi sıraya giriniz' deyince "arkadaş ne sırası, ben malzememi getirdim sen sadece hamurunu yapıp, pişireceksin bunun sırası mı olur?" deyince sıradakilerin hepsi bir ağızdan 'Beyefendi biz ne için bekliyoruz burada' demesinler mi? Şaşırdım kaldım, kaptım kıymalı malzemesini, soluğu evde aldım ve açtım bayramlık ağzımı... Verdim veriştirdim hanıma; 'beni paramla rezil ettin, kıymalının da kuyruğu mu olurmuş, yiyecek başka bir şey mi bulamadın , insan boğazı için bu kadar eziyet çeker mi, peynirle zeytin karaborsa mı oldu yoksa', v.s.v.s"
Bu zat-ı muhterem, Üniversite mezunu bir eczacı... Aynı zamanda anti deprasyon ilaçlarını satan adam... Eeh ne diyelim, anti deprasyon hapları içmeye devam!..
Mutlu hafta sonları...