Maârif câmiası dâhil, bu güzel ismi hâtırlayanınız var mı bilemem!..O'nun adına, herhangi bir sokak, bir park, bir okul, bir köprü, bir kütüphâne hattâ bir 'sınıf' ismi var mı, onu da bilemem!
Mübârek dînimiz İslâm'ın verdiği yüksek şuûrla, vatanını, bayrağını, milletini ve millî kıymetlerini yükseklerde tutmak maksadıyla, mâsûm gönlünü , berrak zihnini ve nârin bedenini çocukların yetiştirilmesine hasreden , bu ismi duymamış iseniz, işte şimdi duyunuz:
Türk ordusunun yiğit ve ummân gönüllü kurmay subayı Mustafa Önsel anlatıyor. Neşe Öğretmen'i, O'nun kaleminden, berâberce okuyalım:
"Neşe, Tekirdağ ili Şarköy ilçesinde, 1972 yılında; Alten ailesinin en küçük kızı olarak dünyaya gelmişti. Küçüklüğünden beri öğretmen olmak istiyordu. Bu amaçla bilinçli bir tercihle seçtiği Eğitim Fakültesi'nden 1993 yılında mezun oldu. Ataması da aynı yıl içinde, o yıllarda terörün zirve yaptığı yerlerden biri olan Diyarbakır'ın Bismil ilçesine yapıldı.
(... ) Neşe "Bayrağımın dalgalandığı her yere giderim. Ben gitmesem, o gitmese, oraları kim aydınlatacak. O insanlara kim doğruyu yanlışı gösterecek, onları kim eğitecek. Karanlıklar yerini başka türlü nasıl ışığa bırakacak" diyor da başka bir şey demiyordu.
(...) Böylece baba kız Tekirdağ'dan Diyarbakır'a, oradan da Bismil'e gitmek için yola çıktılar.
İlçeye geldiklerinde İlçe Millî Eğitim Müdürlüğü'nden nokta tayininin, teröre müzahir bir bölge olan Çavuşlu Köyüne çıktığını öğreneceklerdir. Baba biraz tedirgin olsa da, Neşe'nin mutluluğundan hiçbir şey eksilmedi. Hemen ertesi gün köye hareket ettiler.
Köye ulaşır ulaşmaz, Neşe hemen görev yapacağı okula gitti. Zaten oturacağı lojman da okulun bitişiğindeydi.
Ancak okulun hali içler acısıydı. Camlar ve sıralar kırılmış, duvarlar yıllarca boya görmemişti. Neşe çok iyi bir okul göreceğini ummasa da bu kadarını tahmin etmemişti. Ama moralini bozmadı.
Ertesi gün başta köy muhtarı olmak üzere köyün ileri gelenleriyle konuşup, eksiklikleri gidermek için yardım istedi. Ama talep ettiği destek konusunda köylülerin isteksizliğini fark etmişti. "Parasını ben vereyim, usta bulun, yaptıralım ve okulumuzu çocuklarımıza yakışır hale getirelim" deyince, bir sonraki gün okulda gerekli onarım işlemleri başlamıştı.
(. ..) Dersler başlamıştı, Neşe'nin neşesine de bir diyecek yoktu. Sanki öğretmen değil de ışık kaynağıydı...
Fakat unuttuğu bir şey vardı; yarasalar karanlıktan hoşlanırdı...
Takvimler, 1993 yılının 26 Ekim'ini göstermektedir. Neşe öğretmen, yorgun argın gelir okuldan. Babasıyla biraz hoşbeş ettikten sonra program defterine ertesi gün yapacağı dersleri yazar.
( . ..) Bu arada köydeki köpekler sürekli havlamaktadır. Havlamanın ötesinde ağlar gibi ulumaktadırlar. Hava iyice kararmıştır. Dışarıda köpek ulumaları ve rüzgârın sesinden kapının vurulduğunu başlangıçta duymazlar.
Sertçe vurulmaya devam edince duyarlar ve baba kapıya seğirtir, "Kim o ?" diye seslenir. "Açın köydeniz, hoca hanımla bir konu görüşeceğiz" derler kapıyı çalanlar. Baba tereddüt etse de, yanına gelen Neşe, belki köyde bir sorun olmuştur, bizden yardım istemeye gelmişlerdir düşüncesiyle " Çekinmeye gerek yok, açalım babacığım " der ve kapıyı açar.
Açar açmaz da iki yarasayı silâhlarıyla karşılarında bulurlar. "Dışarı çıkın" der biraz daha öndeki yarasa, oldukça düzgün bir şiveyle. Neşe, içinden "Bunlar terörist herhalde, ama bize hitap eden, Türkçeyi iyi konuşan, tahsilli biri demek ki, onun da benim gibi bir öğretmeni olmuştur. Onun için bize bir şey yapmazlar, propaganda yapıp gidecekler " diye geçirir içinden. İşin en olumlu tarafından bakmaya çalışmaktadır. Ama hiç de umduğu gibi olmayacaktır.
O, tam bunları düşünürken, Türkçeyi iyi konuşan muhtemelen tahsil görmüş terörist, babasına bir tokat atacaktır, "Biz kamuoyuna açıklama yapmadık mı, faşist TC'nin hiçbir öğretmenini, önderliğin talimatları doğrultusunda "Kürdistan'a" sokmayacağız, gelecek olanlar biletlerini iptal ettirsin demedik mi ulan! " diyerek. Yaşlı adamcağız ne olduğunu anlamadan yere kapaklanır. Burnundan kan akmaya başlamıştır.
Neşe, babasının o durumunu görünce bağırmaya başlar. Köylüler belki yardıma gelir diye bir umutla "Benden ne istiyorsunuz, buradaki çocukları eğitmekten başka bir amaç ve düşüncem yok " diye avaz ı çıktığı kadar haykırmaktadır.
Pis pis sırıtır öteki yarasa: "Sus kaltak, boşuna bağırma, burada sana yardım edecek kimse çıkmaz, çıkamaz. Onun için biraz sonra vereceğin nefesini tüketme ve bizimle gel."
"Hayır, gelmeyeceğim, öldürecekseniz ışık olmaya çalıştığım okulumun bahçesi benim mezarım olsun! " diye haykırır, Neşe yine bütün gücüyle. Ama artık köylülerden umudunu kesmiştir.
Bu arada baba doğrulmuştur. "Yapmayın" der, "beni öldürün, ama kızıma bir şey yapmayın. Bakın daha ömrünün baharında, ölmesi çok erken. Hem o size ne yaptı ki, elinde silâh yok, sadece kalemi var. Ne olur ona kıymayın" diye merhamet dilemek ister, ama zalimden asla merhamet dilenmeyeceğini biraz sonra anlayacaktır...
( ... ) Arkadaki yarasa beklenmedik bir şekilde birden silâhın namlusunu babanın kafasına dayar ve tetiğe basar. Boğuk bir ses çıkar adamcağızdan.
Neşe, donmuş kalmıştır. Tekrar bağırmak ister, ama sesi dahi çıkmaz, kendini olduğu gibi yere bırakır. Yarasalar üç kişi olurlar. Birisi saçlarından çekmeye başlar. Neşe, yarı baygın haldedir. Bu arada zaman zaman tekme ve dipçik darbeleri o incecik bedenine inmektedir.
Köyün çıkışında bir tepe vardır. Oraya kadar sürüyerek getirirler onu. Üstündeki elbise parça parça olmuştur. Bedeni, sefil yaratıkların gözleri önündedir. Bu arada iki yarasa daha gelmiş ve beş kişi olmuşlardır.
( ... ) Fazla oyalanmak istemezler. Bu olay her tarafta kısa sürede de duyulacak ve böylece bölgedeki öğretmenlerin kısa zamanda ayrılması sağlanacaktır. Amaç budur ve bu vahşet diğerlerine de ciddi bir gözdağı olmalıdır. Çünkü yarasalar ışıktan hoşlanmazlar...
Sonradan gelen yarasa, kaleşnikofunu seriye alır ve yerde gözleri açık ama öylesine umarsız ve tepkisiz yatan Neşe öğretmenin sağ göğsünün üstüne dayar, arsızca bakar narin bedenine ve tetiği çeker...
Beş mermi birden Neşe'nin sevgi dolu göğsünü parçalamaya yetmiştir. Neşe'nin hiç sesi çıkmamıştır Hakk'a yürürken. Neşe artık yoktur.
Bir ışık daha sönmüştür. Neşe'nin ölümüyle insanlık ölmüştür aslında..."
( Bknz: Mustafa Önsel, Beşiktaş'ta Sırtlan Pususu, Kaynak Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2013, Sf. 206-210 )
Türk maârifi, bu güzîde mensubunu hatırlamakla kalmayıp, ruhûna uygun faaliyetlerle, O'nun bu şanlı mücâdelesini büyük bir numûne olarak mensuplarına takdîm etmeliydi.
Tabiî ki, Türkiye'nin ve dünyânın, o meşhûr ( ! )insan ve kadın hakları savunucuları da, zahmet ede-bilip, Neşe Öğretmeni hatırlama nezâketini gösterebilmeliydi!!!
Mes'uller ve salâhiyetliler; O'nun, " Okumayı " esas alan mübârek gaayesini, hayatı pahasına göze aldığı üstün hizmet ülküsünü, fedâkârlık temelinde filizlenen emellerini, Türk milletinin ve Türk vatanının asırları ihâta etmesini arzuladığı ilmî ve ahlâkî hedeflerini kavramalı ve gelecek nesillere anlatabilmeliydi!..
Ammâ; bâzı mes'elelerde, maalesef, kulaklar " sağır ", gözler " âmâ " ve diller " lâl " oluyor, her nedense!..Evet; her nedense öyle oluveriliyor birdenbire!..
Ne alçakça şehit edilen o vefâkâr ve cefâkar baba, ne de zâlimce katledilen kızı Neşe 'yle ilgili bir tek ses mevcut ! Çıt yok ortalıkta! Her şey / her yan güllük gülistanlık ya!..
Ne hazîn bir manzara !..
Neşe Öğretmen; Tarsuslu Kara Fatmalar'ın, Erzurumlu Nene Hatunlar'ın, Kastamonulu Şerife Bacılar 'ın, Antepli Yirik Fatmalar'ın, Gördesli Makbuleler'in... torunu olarak, târihteki yerini çoktan almış, o kervana çoktan katılmış bile!
Rûhun şâd, mekânın cennet olsun Tekirdağlı Neşe Öğretmen!..