Yaşadığımız sıkıntılı süreçte insanların içeriden çıkma konusundaki ısrarlarını gördükçe aklıma Medrese-i Yusufiyye’de geçen günlerim geliyor. 2007 yılında A Takımı Operasyonunda 95 gün içeride kaldığımda yanımda merhum Kayıkçıbaşı’yla Bay Serciyo vardı. Üç kişi aynı koğuşta kaldığımızdan çok fazla sıkılmıyorduk, birimiz yemek işleriyle ilgileniyordu, birimiz bulaşık işleriyle ilgileniyordu, birimiz de odanın temizliğinden sorumluydu. Ben yemek işlerinden sorumluydum, Bay Serciyo bulaşık işlerinden sorumluydu, merhum Kayıkçıbaşı da temizlik işlerinden sorumluydu. Doksan beş günlük cezaevi yaşamımızda bir kez olsun birbirimizin kalbini kırmadık, aramızda en ufak bir sorun da olmadı ama cezaevinden çıktıktan sonra Vezir Hazretlerinin devreye girmesiyle aramızı bozması bir oldu. Aramızdan ayrılan merhum Kayıkçıbaşı’na Allah’tan rahmet diliyorum. Daha sonra çetelerle olan mücadelemizde tekrar cezaevine girdik ve dört buçuk ay tek bir odada kaldık, cezaevi yönetimi kimi istersek yanımıza alabileceğimizi söyledi ama biz yalnız kalmayı tercih ettik.
Dile kolay tam dört buçuk ay tek bir odada yalnız başımıza kaldık. Küçücük korkuluklu bir pencereden gökyüzünü görebiliyorsunuz, odanızda bir TV ve kitaplarınızdan başka bir şey yok, yanınızda Allah ile baş başasınız. Koronavirüsle mücadele kapsamında sokağa çıkmama konusunda devletin yaptığı uyarılara rağmen BAZILARININ sokağa çıkma konusundaki ısrarlarını görünce aklıma cezaevi günlerim geliyor. Ailenizin yanında, çoluğunuzla çocuğunuzla beraber her türlü imkân elinizin altında, yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda olmasına rağmen hala daha evde kalmaktan sıkılıyorsanız pes yani demekten başka bir şey diyemiyorum. Hele hele kamudan maaş alanlarla emekli olmuş insanların sokaklarda gezmeleri yok mu insanı çileden çıkartıyor. Günlük çalışıp geçinen emekçilere saygı duyuyorum gerçekten onların işi zor ama işin içinde sağlık olunca yapacak bir şey de yok.
Bir de cuma akşamı sokağa çıkma yasağı ilan edilince marketlere saldıranlar yok mu onlara ne demek lazım onu da bilemiyorum. Her evde en az üç beş günlük yiyecek bulunur, iki gün sokağa çıkamayacağız diye bunca emeği heba etmenin ne anlamı var anlamış değilim. Biz basın mensupları olarak sokağa çıkma yasağından muaf olduğumuz halde dışarıda görüntü alan personelimiz harici hepimiz evdeydik. Doğrusu bugün gazete çıkarmayı da düşünmüyorduk ama diğerleri çıkacağız deyince mecburen biz de çıktık. Cezaevi deyince önceki günden beri aklımdan çıkmayan bir olayı sizlerle de paylaşma gereği duydum. 1983 yılında Of’ta görev yaparken Of’a gelip bize mensubu bulunduğu cemaati anlatmaya gelen ve daha sonra Samsun’da tekrar yollarımızın kesiştiği ve nihayetinde onun yüzünden yirmi iki ay hapis cezası aldığım bir arkadaşın vefat ettiğini öğrendim.
Bu arkadaşla uzun yıllar görüştük, beraber meclis üyeliği de yaptık ama mensubu olduğu cemaati hiç bir zaman tasvip etmedim. Asıl mesleği olan öğretmenliği bırakıp müteahhitliğe başladığında belediyede elimden gelen yardımı da yapmış olmama rağmen bir türlü memnun edemediğim bir arkadaştı. Son olarak bundan üç dört yıl önce yanına ortak aldığı bir kişiyle oğlunu bana gönderip reklam anlaşması yaptık. Yanına ortak aldığı arkadaşın çekini aldık ama çek ödenmedi, kendisini aradığımda ödeyeceğim demesine rağmen ödemedi, bizim gibi onlarca belki yüzlerce mağduru var bu arkadaşımızın. Zaten o yüzden de cezaevindeydi. Bu olaylar olduğunda bize operasyon yaptıran eski siyasetçi telefonlarımızı dinletirken bu konuşmalarımız da dinlemelere takıldı ama her ne hikmetse onun yaptığı konuşmanın hiçbir kısmı dinlemelerde yazılmazken bizim yaptığımı dinlemelerin bir kısmı alınıp hakkımızda dava açıldı. Rahmetli mahkemeye gidip bu çekle benim ilgim yok deyince biz cezayı aldık. Oysaki yaptığı inşaatların günlerce reklamlarını gazeteden yayınlamıştık, bunları da sundum ama yine cezayı aldık. Sadece biz almadık, bir gazeteci arkadaşım benden borç para istemişti ben de ona bu arkadaşta alacağım olduğunu, konuşup alması halinde oradan verebileceğini söylemiştim. Gazeteci arkadaş da arayıp konuştu onunla ki onun da çok samimi arkadaşı olduğundan onu aracı yapmıştım. Ama bu gazeteci arkadaş da neden aradın diye ceza aldı. Olay o kadar enteresan ki anlatamam, son celseye kadar beraatımızı isteyen savcı son celsede ceza almamızı istedi. Yetmedi son celselere kadar davayla uzaktan yakından ilgisi olmayan ve her fırsatta aleyhimdeki davalara girip ceza almam için uğraşan avukat da bunların birden bire avukatları oluverdi.
İşin üzücü tarafı merhumun verdiği gerçek dışı ifade sonunda bizim ceza almamızdı. Neticede bu arkadaş Allah ve ahiret gününe iman eden, zaman zaman kendi inançları doğrultusunda İslam’a hizmet etmeye çalışan bir arkadaştı. Şimdi o gerçek âleme gitti biz fani âlemdeyiz. Böyle bir şeyi nasıl yaptı anlam veremiyorum. Yanında bu işleri kovalayan birkaç kez de benim hanıma gelip kovduğum biri vardı, sanırım onun yönlendirmesiyle bu işleri yaptı ama aldığım duyumlara göre Allah onun da cezasını vermiş.
Tüm bunlara rağmen emin olun iki gecedir üzüntümden uyuyamadım. Üzüntüm bana yaptıklarından değil, geride bıraktığı büyük sıkıntılar ve ailesinin durumu beni ziyadesiyle üzdü. Oğlunu tanıdım çok iyi bir çocuk, abilerini tanırım çok iyi insanlar, ben hiç kimsenin ölümünden veya cezaevine girmesinden mutlu olmam tam aksine üzülürüm, başkalarının mutsuzluğu asla beni mutlu etmez. Adını vermesem de yazıyı okuyup da onu tanıyanlar kim olduğunu anlarlar. Aslında iman ehli bir adamdı, beraber olduğu cemaati hiçbir zaman tasvip etmedim hala daha da etmem ama iman ehli olduğuna şehadet ederim her şeye rağmen bana yaptıklarından ötürü çektiğim sıkıntılardaki helallik kısmı hariç. Allah rahmet eylesin diyerek sözlerime son veriyorum. Evde kalın, sağlıklı kalın.