[Giriş Notu: Bu yazı, bazı yazılar gibi zamanı geldiğinde tekrarlanan yazılardan. Hemen hemen hiç siyasi yazı yazmadım. Siyasi yazı formatı da olsa onu, yani siyasi söylemi, yazının içine hasretmeye çalıştım. İçinde yaşamasak, şu günlerdeki bazı anlatımlara bakıp, “o günler yaşanmadı mı?” diyeceğiz nerdeyse. İyi ki misal, ben yazmışım da kalmış hafızamda. Ve iyi ki biz yaşarken olmuş bazı şeyler, olaylar…]
Şubat yirmi sekiz yine. Zaten en fazla yirmi dokuz; taş çatlasa…
Sağlamlığı kendinden menkul bir râvi, bin yıl sürer demişti şubatlar. Benim, şubatı bin yıl süren ülkem. Oysa yirmi sekiz işte; taş çatlasın yirmi dokuz.
İliklere işleyen soğuktur şubat. Çelik soğukluğunun caddelerde takırdamasıdır, üşüyünce dişlerin takırdaması gibi. Paletler ezer şubatı ülkemde; soğuk çelik, diş takırdatır.
Andıçları kalır anılarda. Bir kelime hediye eder size şubat, andıkça içiniz kanar, andıçlanan yanlarınızla…
Caddelerinde palet takırtısı. Ey benim, şubatı bin yıl süren ülkem. Oysa şubat yirmi sekiz; hadi taş çatlasın bir gün ilave…
Kendine inat, kurtarılmaya aday ülkem benim. Benim soğuk şubatlarım. Mayısı, martı, eylülü tümden kış eden ülkem; buz kesen ayların ülkesi. İlikleri dondurur burada şubat. Her yerde yirmi sekiz, taş çatlasın yirmi dokuz. Kararlıdır, bin yıl sürmeye. Ey benim tümden şubat kesilmiş ülkem.
Her mevsimine kurban olduğum. Dağına, taşına… Karış karış karışmıştır, karışmışızdır toprağına. Her mevsimi kış eden ülkem. Dudaklarda donuk bir tebessüm. Gülüşü, buz eden ülkem.
Havsala, ne zaman çalışmaya başlarsa insanda, o zamandan, o andan sonra, sadece gözyaşı hâkimiyeti. Değişen tek şeyin, değişime direnmek olduğunu savlayan ülkem. Üzerindekilere inat, hep toprağın altını yücelten, özleten ülkem. Mezar taşlarında yücelt kendini. Ve sürdür, her mevsimini dönüştür kışa.
Şubat yine yirmi sekiz; hadi taş çatlasa yirmi dokuz. Bin yıl sürsün şubat; bizi bizden kurtar, bizlere inat.
Ömrümü geri istesem; hissetmedim yaşadığımı; boğulduğumu hissettim iliklerime kadar. İliklerime kadar, şubat soğuğunda, en çok da eylül… Yaşayayım; bin yıl daha üşüyeyim öyle mi? Şubatı bin yıl süren ülkem…
Şakağıma soğuk bir tank namlusu dayasam? Caddelerde, düzenli sıra ilerleyen tank soğukluğunun önünde dursam? Ya da bir heykelin en anlamsız yerine bağlasam kendimi? Şubat korkum geçer mi? Mayıs korkum, mart korkum, eylül korkum; geçer mi?..
Şubatlar, evlerde gevezelikti, dışarda sessizlik. Durdu birileri yerli yerinde. İlerledi durmadı birileri. En çok dışardaki sessizler gevezelik etti, en çok yerinde durmayanlar patırdadı. Üzerinden, en can yakıcı geçişiyle geçerken şubat, edebiyatı ikincilere kaldı. Ey, hiç mağdur olmamış mağrurlar… Sizin şubatınız kaç yıl sürecek?
Şubat yine yirmi sekiz. Taş çatlasın yirmi dokuz en fazla…
Şükür bin yıl sürmedi. O söz, söyleyenin tarihine eklemlenip kaldı öylece. Yıllarca konuşup da anlatmamayı başardıklarına ilâve…
Kurtarıcı kimliklerine sığınıp, enselerde boza pişirenlerden de kurtulduk. Gerçi çok sevinç de yaramaz ya… Her an her şey olabilir, burası bizim ülkemiz ne de olsa. Kurtarıcıların şimdi safsız yanlıları, çıkıverirler ara sıra, bazı bazı mırıltılarla. Eğer ortam, azıcık eski hâline döner gibi olsun, yine çıkabilirler piyasaya. Ne de olsa işleri güçleri piyasa…
Düzeltilmeye çalışılan kesintisiz eğitim musibetine dokunulmasın istemeleri, işte öyle bir mırıldanma, içten konuşma çeşidi. Sırf imam hatiplerin önü kesilsin diye kesintisiz eğitime geçilirken, hiç de sesleri solukları çıkmamıştı oysa!
Şükür… Bu şubat, kervânın yürüdüğü, çalıya dolaşmaya lüzum kalınmadığı bir şubat. Ve artık 28 Şubat, sadece takvimdeki gibi 28 Şubat.