Yolun Sonu

Unutkan bir toplum olduğumuz ya da medya aracılığıyla siyasilerin bize unutturduğu şeyler adına bu hafta bir topluca bellek çalışması yapmak istedim. Bu, benim çok iyi bir hafızam olduğu anlamnıa gelmez, sadece benim şuan aklıma gelip duran ve bir yazıyı doldurabilecek hale gelen durumları yazmak istediğim anlamına gelir.
Mardin'de kırk dört kişi bir gecede öldürüldü. Hatırladınız mı? Eğer hatırladıysanız demek ki bir süredir bu aklınızdan çıkmıştı anlamına geliyor. Yani aklınızda değilmiş ki şimdi burda okuduğunuzda hatırladınız. Geçen seneydi sanırım, Bursa'da bir çocuk annesini öldürme planları yapmış ve bunu internetteki arkadaş grubuna danışmıştı, sonra da annesini parçalara ayırmıştı. Sonra çocuğa olsa olsa bu satanisttir diye bir yafta yapıştırdılar.Mesela birkaç gün önce, ortaokul öğrencisi bir kız, sınava gitmesine izin vermediği gerekçesiyle annesini uyurken başından tabancayla vurdu. Sonra da ankesörlü telefondan polisi arayıp kendini ihbar etti... Bundan yıllar önce küçük bir çocuk minik plastik top şeklinde mermi atan bir oyuncak tabancayla arkadaşını kör etmişti diye hatırlıyorum. 90'ların ortasıydı, çok modaydı bu oyuncak o dönem... Münevver isimli genç kızın iki ayı geçik süre önce başı kesilip çöp tenekesine atılıyor, hala ne bir şüpheliyi yakalayabildiler ne bir cinayet sebebi bulabildiler kesin olarak. Bunları yazmaya devam etmemeyim. Benim önemsediğim nokta bu cinayetlerin tek tek sebepleri değil, bizi bu hale getiren başlıklar. Ya da biz bu hale kendi kendimize gelmedik mi diye sormak.
Düşünelim; Amerikan film endüstrisi, savaş oyuncakları,ülkemizde hukukun işleyişi, uyuşturucu, silah ve sigara sanayii, eğitim sistemimiz, okur yazarlık oranımız ve kişibaşı milli gelirimiz... Bunları bir arada yazıyorum, alakasız demeyin, hepsini ard arda düşünün bir...
Mesela 1930'lara dönsek... Milli atılım, milli kalkınma, kendi kendine yetebilirlik, cesaret, çalışkanlık, özgüven ve 'borç yiğidin kamçısıdır, bunu çalışa çalışa öderiz' düşüncesi içinde dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisine ve en genç nüfusuna sahip umut dolu bir ülkeyiz. 1940'lar ise bu ümidin devam ettiği; fakat her devrimin ardılı olarak bir karşıdevrimin gelmesi teorisinden, halka aşılanmak istenen çok daha farklı düşünceler olduğunu görüyoruz. Yavaş yavaş, sinsice yaklaşan emperyalist devletler 'kalkınmamıza yardımcı olmak bahanesiyle' bize kredi 'yardımları', farklı emeller barındıran fikirlerle geliyorlar.
1950'ler daha Amerikancı, çok partili 'demokrasi'yi kendi hedefine uydurma çabaları içinde geçiyor, devrime karşı olanlar güçleniyor, devrimin yapıcıları ve yetiştirdiği evlatlar ülkenin kuruluş felsefesine uygun davranmaya çalışıyorlar. Yabancılar kurumlarımıza sızmaya, ülkemiz topraklarında üsler açmaya başlıyorlar. 1950'ler aynı zamanda ABD'nin kendi ekonomisinde en parlak yılları olduğu için bunu bir Amerikan Rüyası izliyor. Dünyayı bu rengarenk, üretmeden tüketmek ve düşünmeden itaat etmek yoluna sokmak, 'sicili temiz' Amerikan Rüyası için pek zor olmuyor o yıllarda. Halbuki 1960 ve 1970'ler Amerikan kapitalizminin, İngiliz hayranlığının ülkemizde tavan yaptığı 50'lerin etkisine karşı bir tepki. 'Bu gidilen yol yol değildir' diyor kimi aydınlar, gençlik başka bir çıkış yolu düşünüyor, 'biz buraya nasıl geldik neden bu haldeyiz, bu borçlar da neyin nesi' diye düşünülmeye başlanmış. Özellikle 70'lerle başlayan Amerikancı muhafazakarlaştırma ile, toplum mühendisliği başka bir boyut alıyor. 1980 darbesi ile toplum kendi içine dönüyor, kapalı bir kutu oluyor, asosyal, apolitik, tevekkülcü bir simge uygun görülüyor 60 gençliğinin çocukları için.
Tüm bu yazdıklarımdan sonra 1980'in ardından 1990 çok fazla değişiklik içermiyor, o dönem sinemasının filmleri hep loş, karanlık, depresif atmosferler içermekte, bu da bir ölçüt oluşturuyor benim için. 2000'lerse artık bir Amerikan 'dost müttefiki' ve Nato üyesi ülkemiz için ucu nereye çıkmak istendiği belli olmayan bir umut getirmiş, herkes başka umutlar peşinde. Artık Kemal Sunal filmlerinin samimi yoksulluğu kalmamış, yoksul hakir görülmekte, 'düzene' uymamakta... Eğitim sistemi ezberci, ÖSS odaklı makine haline gelmiş çocuklar yetiştiriyor; bu çocuklar kitap okumak nedir bilmez olmuşlar. Hayatları test kitaplarıyla geçmiş, halbuki Türkçe paragraf sorusu diye çözdükleri sorular aslında okumaları gereken eserlerden alıntıdır bilmezler...
Amerikan filmleri bombardımanı içinde, bu kadar rahat silah alım satım düzeni kurulmuşken, 80 yıllık ülkede hala yüksekokul mezun yüzdemiz %5-6'lardayken, çocuklara Susam Sokağı yerine Kurtlar Vadisi izletirlerken bu yukarda saydığım olaylar olmasa olur muydu? Olmazdı. Bu sonuca çıkacağımız başından belliydi çünkü...

 

                                                                                                                                                                                           iyi haftalar...