Sabahın çiseli havası, öğlene doğru yerini güneşe bıraktı. Yazacağım o kadar şey var ki, bir türlü tek mevzûya teksîf olamıyorum. Bir de, kitap işi var üzerimde.. .Yâni, eski makalelerimi mevzûlarına göre ayırıp, kitap hâline getirme işim!.. Bu da apayrı bir şey!..Zamanında bilgisayar denilen şu muhteşem âletin bulunmayışı, belki de bulunup da benim geç kalışım, başıma bir sürü sıkıntı açtı.
Aslında, demek istediklerimin hiçbiri bunlar değil...Fakat, bugün, bunların hepsi, benim mes'elem oldular. Ya sıkıntıdan kafam çatlayacak ya da onları kafamdan çıkarıp atacağım...Başka yolu yok!..
Öğleden sonra hava değişti. Belki de ben, bu havayı yeni teneffüs ettim.
Yine şehit haberleri!..
Şüphesiz ki, şehitlik yüce bir mertebe!..Ancak...ben, şehitliğe değil, 'ihmâl'e takıldım!..İşimi bıraktım, televizyon kanallarını dolaşmaya çıktım! Nasıl iştir bu ki, koskocaman Türk devleti, üç-beş çapulcuyla uğraşamıyor da, ikide bir şunu bunu suçluyor?
İlk haber şöyle: Hakkari Çığlı Üs Bölgesi'nde, Çukurca'da görevli , Kayseri 1'inci Komando Tugayı'na mensup 2'si astsubay, 4'ü uzman çavuş 6 Mehmetçik şehit oldu. Şu işe bakınız hele!..Bu kadar mı kolay bunları söylemek? Şehit oldu ha!..Başka?..
Çatışmadan bir saat sonra, bölgeye sevkedilen Kobra helikopteri, saat 05.50 sıralarında düştü ve kazada Pilot Üsteğmen Müjdat Kerem Şahan ile Pilot Üsteğmen Burak Abikebahşi şehit oldular!...
Gaziantep Nizipli Ömer Sadettin Bakır, Kırıkkaleli Mekan Şahin, Kayserili Nazmi Kapucu ve İbrahim Akarsu, Kahramanmaraş Göksunlu Ali Kocakaya, Afyonkarahisar Emirdağlı Muhammed Arı , şehit olan altı Mehmetçik'in isimleri!..Çok geçmeden, Hakkari Çukurca'dan İrfan Mert'in de şehâdet haberi geldi..Bir günde, tam dokuz şehit!..Dokuz vatan evlâdı!..
Dışarıda rüzgâr esmeye başladı...Şimşek çakıyor...Yağmur bulutları yeni fırtınalara gebe mi ne!..
Kızım telefon edip hâlimi hatırımı sordu...Biraz sonra torunum da...Hatırlanmak çok güzel!..
Ne demeliydim onlara? Çok mu iyiyim, demeliydim, bilmiyorum. Çünkü, hiç iyi değilim!..
Dün, moralim çok yüksekti. Kitabımın baskısı için İstanbul'dan aradılar. Her şey nasible olur; olursa olur, olmazsa olmaz!..
Kulaklarım: "Şehitler ölmez vatan bölünmez" le çınlıyor. Senelerdir bu sözü duydum. Hâlâ, sokaklarda bu sesler yükseliyor.
İçim daralıyor!..Ne kitap okumak, ne de tek kelime yazmak geliyor içimden...Halbuki; bu ben, hiç boş duramazdım! Mutlaka, bilgisayar başında olmasa bile, bir yerlere bir şeyler kaydeder, bir yerlerden bir şeyler almaya gayret ederdim!..Bu, ben; 'durmaz bir adam'dır, vesselâm!..
Bugün, ben, o ben değilim, buna inanın!..
Tabiî ki, ne hâlde olduğumu da hâlâ kavramış olamazsınız! Dokuz şehit vermişiz...Bu son ayların, son günlerin kaçıncısı diye düşündünüz mü hiç? "Şu kadar şehit verdik ammâ onlardan da şu kadar öldürdük , mukayesesi" bana göre değil; ve çirkin!..Maksat; "Ben, niçin zâyiât verdim olmalı!.."
Sebebini, vuku bulma hâllerini, işin buraya kadar gelip dayanışının muhakemesini yaptınız mı hiç?
Kafamı kaldırmam mümkün değil!..Gittikçe bunalıyorum. İşte bir haber daha: Sur'un yâni Eski Diyarbakır ilinin Sarıkamış köyünde onbeş ton bomba yüklü bir kamyon patlatıldı...Hiç mi istihbaratımız kalmamış? Sonra...Dört vatandaşımız öldü, on iki vatandaşımız ise kayıp...Sonra...Beş metre derinliğinde otuz metre çapında çukur açıldı..Başka... millet çırpınıyor!..
Neredeyiz, siz söyleyin!..
Ve o meşhûr s(ı)loganlar: "Şehitler ölmez, vatan bölünmez!"; "Hakkınızı helâl ediyor musunuz?" ve "Türkiye sizinle gurur duyuyor!..."
Her s(ı)loganın muhatabı ayrı!..Her s(ı)logan, bir başka yere gönderiliyor!..
Ve; şehit cenâzelerinin birinde, bir kadın çıkıyor ortaya, gönlümü ferahlatıyor, istediğim çığlığı haykırıyor ve âdetâ kükrüyor: "Şehidim, sen, bize, hakkını helâl et!.."
Rabb'im, senden, milyon kere râzı olsun e mi!..
Ne derseniz deyin, bunca acıya rağmen biraz rahatlıyorum!.."Şehidim, sen, bize, hakkını helâl et!.."
Aynı saatlerde, Cuma namazını üniversite câmiinde kılan Cumhurbaşkanı'na, Kocaeli Üniversitesi'nde fahri doktora unvanı veriliyor. Cumhurbaşkanı, oradaki konuşmasında diyor ki: "Vatanımızın bütünlüğü , milletimizin birliği ve devletimizin bekası için hayatlarını feda eden her şehidimiz, bizim bu topraklardaki ebedî varlığımızdır!
Hârika değil mi? Şâhane!..
Bizim ilim adamlarımız da, gerçekten, çok tevâzû sâhibidirler...Kocaeli Üniversitesi Rektörü, Cumhurbaşkanı'nın fahri doktora cübbesini tutup giydirmek istedi. Cumhurbaşkanı, Rektör'e bir şeyler fısıldadı ve cübbeyi koruma polisi giydirdi. Tevâzû, çok mühim bir meziyettir!..
Dün ise, Maliye Bakanı, Türk Lirası'nın yüzde kırk değer kaybettiğini söylemişti. Tabiî ki, bundan bana ne? Ben, düşünmekle ve çalışmakla mükellefim, para mı?..Onu da sâhiplenenler var herhâlde!!!
Başbakan'ın, İstanbul'da bulunduğunu ve Cuma namazını Eyüp Sultan Câmii'nde kıldığını söyledi ekranlar...Çıkışta , bir izdiham oldu ki, şaşırmadım...Demek ki, O da şaşırmadı ki, megafonla, halktan helâllik istedi. Ağlayanlar oldu. "Türkiye seninle gurur duyuyor!" ve "Bizi bırakma!" diye haykıranlar bile!...Ya şehitler? Ya şehit hanımları? Ya şehit çocukları? Ya şehit babaları, dedeleri, nineleri?...Olsun!.."Türkiye seninle gurur duyuyor!.."
O da , neş'eliydi. Memnûniyetinin en yüksek perdede olduğunu söyleyebilirim!..Herkese elini uzattı, gülümsemesi hiç dinmedi... Hiç!..
Bugünümü nasıl geçireceğimi düşünürken, gazete köşelerine sıkışmış iki habere rastladım: Tuhaf!..Tabiî ki, tuhaflığı, bunca vaziyete ters gelmelerinden... Başka ne olabilir!..
Biri şu: İskeçe Müftüsü Ahmet Mete, "Batı Trakya'da Müslüman Türk Kimliği" konferansında konuştu. Dedi ki: "Avrupa'nın en fakir bölgesini merak ediyorsanız, gelin Batı Trakya'ya buna şahit olun. Türkiye güçlü olursa, biz de güçlü oluruz. Türkiye zayıfladığı zaman, bizim de boynumuza, boğazımıza basılmaktadır. Onun için güçlü Türkiye için çalışmalısınız. Yalnız Batı Trakya değil, bütün İslâm âleminde Türküm diyen insanlar sizden medet bekliyor."
Dîğer haber ise, Nobel Ödüllü Profesörümüze ait...İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, Nobel Ödülü sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar'a p(ı)lâket vermiş.
Son iki haber, öyle şatafatlı falan değil fakat göğüs kabartıcı...Benim de göğsüm kabardı elbette!.. Biraz olsun, endîşelerimden uzaklaştım ammâ Kılıçdaroğlu, Almanya'dan kükredi. Zâten, lâfa boğulmuşuz, devam...
Ve ardından bir başka haber...Arkadaşlarını 'yarım akıllı' olarak tasvir eden bir dîğeri; "Masal Park" açılışı için memleketine gidecek!.. Tam tiyatro!..Bakışa göre komedi, bakışa göre d(ı)ram, t(ı)rajedi!..
Elbette ki; "Vatan sevgisi îmândır." Çünkü; bunu, Şanlı Peygamberimiz söylemiştir. Fakat...önce vatan, sonra partim, sonra ben diyenler aranmaktadır...Âcilen!..
Rabb'im, bana, bunca yıl ömür verdi. Muhakkak ki, bu geçirdiğim gün de, bu ömrümün içinde bulunuyor. Onu yok farzetsem de böyle!..Fakat bugün, benim için, pek gün gibi görünmüyor!..
"Günlük", bir edebî türdür ve ben, 'günlük' yazmayı çok seven biriyim. Vakit buldukça da yazarım. Şimdi, size, yirmi yaşımı sürdüğüm zamanlardaki bir başka günlüğümü nakledeceğim. Dikkat buyurunuz, belki ilginizi çekebilir:
"24 Ekim 1962 Çarşamba- Harbokulumuza Reisicumhurumuz Cemal Gürsel tekrar geldiler. Okulumuz adına Bölüğümüz O'na spor gösterisi yaptı . Gösteri bitince Gürsel: "Teşekkür ederim" dedi. Ve şunları söyledi: Gençliğinizin kıymetini biliniz. Gençliğinizde yarınlarınız için lüzumlu bilgileri hazırlayınız ve kazanınız. Karakterli olunuz. Karaktersiz bilgi bir felâkettir. Gençlik bir hazinedir onu harcamasını iyi bilin arkadaşlar!"
Aynen böyle!..
Bugün, ne Suriyeli muhacîr -dilencilerden, ne de Kilis şehrimize düşen roketlerden bahsedebildim!..Anlayabildiğim kadarıyla, orası, ayrı bir can-pazarıdır!..
Yalnız bir şeyi ifade etmeliyim ki; tecrübe ışığı, kimseyi yarı yolda bırakmaz. Ondaki her 'iz', acı da olsa, tatlı da olsa ibret verir; ve sizi, er veya geç hakikate götürür!..
Yüreğim, tıpkı bir yangın yeri gibi!..Onu söndürecek bir başka 'ateş' arıyorum!..Ateş!..Ateş..Ateş!..