Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde “Feiza raeytümülmeddahin fehzef fi vücühihimüttürap” buyurmakta. Yani, ‘Sizi metheden veya bugünkü tabiriyle -öven, yalamalık yapan- birini gördüğünüzde yüzüne toprak atın’ buyurmakta. Toprak atın deyimi benim anladığım kadarıyla yüzüne tükürün anlamına gelir. O günkü deyim veya efendiler efendisinin nezaket kurallarına göre anlatımı bu olabilir ama bizim anlamamız gereken nedir derseniz; sizi yanınızda birisi övüyorsa onun yüzüne tükürün anlamına geldiği kanaatindeyim. Neden bu hadis-i şerifle yazıma başladığıma; gelince öyle enteresan bir toplum olmuşuz ki adeta her şeyi tersinden anlamaya veya inandıklarımızın tam tersine yaşamaya başlamışız ve işin garip tarafı da bu anlayışımızı topluma enjekte etmeye çalışmaktayız. Bu kadar saçmalık nasıl olabilir anlamış değilim. İyilik yapan insanlar bu yaptıklarının karşılığını Allah’tan beklerseler yaptıkları iyilikleri kimsenin bilmesini istemezler. Sağ ellerinin verdiğini sol elleri dahi bilmez. Yaptıkları iyiliğin karşılığını kullardan bekleyenler veya itibar kazanmak, işlerini daha rahat yürütmek ve toplumda yer edinmek için yapıyor iseler o zaman da onları topluma anlatmak yalamalık değilde nedir siz söyleyin.
Peki, bu işin taşeronluğunu üstelenenlerin buradan menfaati nedir derseniz; onlar da yalamalıklarının karşılığını alıyorlar da ondan yalamalık yapıyorlar. Yoksa onların maneviyatla, Allah rızasıyla, ihlasla, samimiyetle işleri olmaz. Onların tek derdi üç kuruş nemalanmak veya çilingir sofralarında yiyip içmek ama bu ara çilingir sofraları da olmadığına göre sadece yalamalıklarının bedelini almakla kalmaktalar. Bunlar o kadar tutarsız insanlar ki anlatamam. Bir bakmışsınız yardım eden kişilerin yaptıkları küçük yardımları yardımseverlerin gizli tuttuklarını yazarlar, bir bakmışsınız ki yardımseverlerin yaptıkları büyük yardımları çarşaf gibi yayınlamakla kalmazlar bir de üzerine yalamalık yapıp onları yere göğe sığdıramazlar. İyilik iki şey için yapılır; ya Allah rızası için yapılıp karşılığı da ondan beklenir ya da kullara gösteriş için yapılır ve karşılığı da kullardan beklenir, Allah’tan en ufak bir karşılık alamazlar.
Hiç unutmuyorum bundan yirmi yirmi beş yıl önce Uzungöl’de küçük bir camiye cuma namazına gitmiştim, yanımda da merhum amcam vardı. Mihrapta vaaz eden biri ateşli ateşli iyilik konusunu işliyordu. Adam, ‘Yaptığınız iyiliği Allah için yaparsanız ahiretteki karşılığı bi ğayri hisabtır yani hesaplanamayacak kadar çoktur, yok falanca görsün diye yapıyorsanız o zaman nah size ahirette karşılık’ diye eliyle de tuhaf bir hareket yapıp camiden çıkıp gitmişti. Adam cuma namazını dahi kılmayınca oranın yerlisi olan bir arkadaşa nedir bu olay diye sordum. O da dedi ki, ‘O adam hafızdır. Hocalık da yaptı ama sonra psikolojik rahatsızlıklar geçirdi görevden ayrıldı. O yüzden öyle konuştu ama olayın arka planında orada iyilik yapan birilerinin yaptıkları iyilikleri millete hava atmak için yaptıklarını bildiğinden bu vaazı yaptı.’ dedi. Adamın konuşmaları çok hoşuma gitti, aradan bunca zaman geçmiş olmasına rağmen hiç unutamadım, çünkü çok doğru konuşuyordu.
Toplumumuzun geldiği nokta içler acısı. İyilik yapanların büyük bir kısmı ya devlete ödeyeceği vergiyi okul yapıp ismini veriyor ya da yaptığı iyiliği anında basına servis edip haber yaptırıyor. Bu insanlar yaptıkları iyiliğin karşılığını Allah’tan bekliyor iseler çok beklerler. Yok kullardan bekliyor iseler ona diyecek bir şeyim yok ama unutmasınlar ki o yalamalık yapanlar daha önce yalamalık yaptıkları kişiler veya cemaatler sıkıntıya düştüklerinde ilk önce bu şerefsizler onlara ihanet etmiştir. Adil Öksüz’ün yurt dışına kaçırılış olayını yalan yanlış haberlerle manşetlere taşıyıp işin içine siyasetçisinden iş adamına olayla uzaktan yakından ilgisi olmayan insanları koyan ulusal basına karşı bir Allah kulu sesini çıkarmazken yine bu fakir manşetten ve köşesinden gerçekleri haykırmıştır. O yalamalar o gün kaçacak delik aradılar, piyasada hiç yoktular. Bu yalama ve yağdanlıkçı takımına inananlar her zaman yolda kalmışlardır, kalmaya da devam edeceklerdir.
Yaptığımız işin karşılığını Allah’tan değil de toplumdan beklersek kısa vadede kazanmış gibi gözüksek de ebedi hayatımız olan ahiret hayatımızı mahvedeceğimizi unutmayalım. Öyle yaldızlı yağdanlıklara kanmak aklı başındaki insanların yapacağı iş değildir. Sahabe-i Kiram bir savaş sonrası efendimizin yanında otururken şehit düşen bir sahabe için, ‘Ne kadar da güzel döğüştü.’ deyince efendimiz, “Vallahi o cehennemdedir.” buyurunca, Sahabe-i Kiram hep bir ağızdan, ‘Neden Ya Resülallah?’ diye sorunca “O Allah rızası için değil hurma bahçeleri ve gösteriş için savaştı da ondan.” buyurdu. Sanırım matlup hasıl oldu. Sizlerden ricam, ölçümüzün Allah rızası olmasıdır. Dün başkalarına yalamalık yapıp bugün düşman olanlardan dost olmaz diyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.