2007 yılının Nisan ayında yaşadığımız A Takımı operasyonundan sonra merhum Kenan Şara ile cezaevindeyken ziyaretimize gelen çocuklarla sohbet ederken büyük oğlum baba Kenan amcayla senin iki seçeneğiniz var, ya bir gazete kurup doğruları anlatacaksınız bu topluma ya da bu şehri terk edeceksiniz demişti. Ben de oğlum bu şehri terk etmemiz için malı götürmüş olmamız ve haram yemiş olmamız lazım, sen de biliyorsun ki giydiğimiz atlete varıncaya dek her şeyin hesabını devlete verdik neden bu şehri terk edelim, sonuna kadar mücadele edeceğiz dedim. Bunun üzerine oğlum o zaman gazete kurmamız lazım deyince olur ama Kenan amcanla konuş bunu onunla beraber yapalım demiştim. Kenan Bey de olur ama bunu belediye adına yapsak daha güzel olmaz mı deyince sen bilirsin nasıl istersen öyle yapalım ama bunu yapmak zorundayız çünkü birileri bizi günah keçisi seçti buna müsaade edemeyiz, ben bu işi hangi şartlarda olursa olsun yapacağım, sen ister destek ver istersen verme dedim. Rahmetlide olur bende varım demişti. Hatta, cezaevinden çıkınca birlikte belediyeden ayrılıp kendi işimize bakma kararını da vermiştik, ama çıktıktan sonra Vezir Hazretleriyle konuştuk, önce gazeteyi Belediyenin yayın organı gibi kuralım, hatta imar inşaata bağlı bir şirketimiz var onun üzerinden kuralım dedi, o şirketin muhasebecisi olan arkadaşa da talimat verip şirketin ana sözleşmesine gazete kurabilir ifadesini bile ekletmişti.
Merhum Kenan Bey ile biz, on beş yirmi civarında isim bulup sonunda iki isim üzerinde yazı tura atmıştık ve DENGE ismini öyle bulmuştuk. Ama şehrin vampirleri Vezir Hazretlerini Yelken Kulübe çağırıp bu gazete işinden vazgeçmemiz konusunda ikna edince merhum Kenan Bey bir sabah beni çok üzüntülü bir biçimde arayıp durumu anlatınca zannetti ki ben de vazgeçeceğim. Oysaki ben bu işe başımı koymuştum. Bu toplum doğru ile eğriyi yalan ile doğruyu, perde arkasında olup bitenleri öğrenme hakkına sahipti. Vezir Hazretlerinin bu kararının ardından aile meclisini toplayıp konuyu istişare ettim, ailem bizim için para pul önemli değil, önemli olan onurumuzdur elimizde, avucumuzda ne varsa harcayıp gazeteyi kuralım deyince ben de rahatladım ve gazeteyi kurdum. Gazeteyi kurarken ilk müracaat ettiğim isimlerden birisi eski bakan ve gazetecilik mesleğini yapmış olan zattı, adamın bana ilk sözü ‘Sen bir gazete kaça kurulur biliyor musun?’ Olunca ona dedim ki; ben sana bir gazete kurmayı düşünüyorum, senin fikrin nedir diye sormuyorum ki ben sana bir gazete kurmaya karar verdim bu konuda bana yardımcı olacak mısın diye soruyorum dedim. Zatı muhterem önce kem küm etti, sonra Ankara’ya gel bir konuşalım dedi ama Ankara’ya gidince benden köşe bucak kaçtı ve görüşmedi.
Nihayet biz gazeteyi kurduk ve işimize başladık, ama şehrin Ali diboları o güne alıştıkları bir gazeteyi karşılarında bulamayınca adeta kudurdular, önce çalışan 15 kişiye anında işi bıraktırdılar ve baskımızı yapan gazetenin sahibini de gazetemize gönderip bize gelecek olan yardımları engellemeye çalıştılar. Hiç ummadığım bazı gazetecilerin dahi çalışanlarına sakın yardımcı olmayın dediklerini öğrenince onlar adına üzülmüştüm. Bizim baskımızı yapan o günkü gazetenin sahibi ve genel yayın yönetmeni dahi bu konuda aleyhimizdeydiler, oysaki onların baskı tesislerinde parayla gazetemizi bastırıyorduk. İşe henüz iki ay önce başlamış ve işi hiç bilmeyen bizler işi bilen 15 kişinin anında işten ayrılması sonucunda ortada kalakalmıştık. Ama Allah’a şükürler olsun ki ertesi gün gazeteyi bayilere indirmeye muvaffak olmuştuk. Aslında o insanlar işi bırakınca biz bir şeyi daha öğrenmiştik, hangi işi yaparsanız yapın onu mutlaka bilmek zorundasınız yoksa asla ve kata başarılı olma şansınız yok.
İşimizi öğrenip yapmaya devam ederken bu kez matbaasında gazetemizi basan arkadaş sorun çıkarmaya başladılar, biz de onun üzerine kendi matbaamızı kurup yolumuza öyle devam ettik. Bu şehir öyle enteresan bir şehir ki anlatamam, siz doğruları yazıp çizmeye başladığınızda sizin gazetenizi basacak insanlara para dahi verseniz gazetenizi basacak matbaa bulamıyorsunuz.
Yolumuza bu minvalde devam edip her şeyin doğrusunu yazdığımızı gören Ali dibalar bu kez 2009 yılında çetesiyle, siyasetçisiyle, mafyavari adamlarıyla bize saldırdılar ama Allah oyunlarını başlarına yıktı, oradan da sonuç alamadılar. Bu kez 2012 de bize farklı bir operasyon yaptılar ve evimizi, işyerlerimizi, araçlarımızı arayıp bizi tutuklamak istediler ama o günkü adaletli hâkimler buna izin vermedi. Ama daha sonra adliyede çok ama çok enteresan işler dönüp bazı şeyler oldu onu da zamanı gelince tüm detayı ele vereceğim. Allah’a binlerce kez hamd-ü senalar olsun ki on yıl önce nereden başlayıp, dik durduysak bugün aynı yerdeyiz. O gün kötü dediğimiz Vezir ve saz arkadaşlarına bugün de aynısını diyoruz, o gün siyasette olmaması gereken Adem Güney ile verdiğimiz mücadeleyi bugün de devam ettirmekteyiz. Sizin anlayacağınız üç kuruşluk menfaat için duruşumuzdan asla taviz vermedik. Geriye dönüp baktığımda on yıllık süreçte pişman olduğum hiç bir şeyi yapmadım, o gün yaptıklarımı bugün de yapacağımdan en ufak bir şüphem yok. Hayatta var olmanın nedeninin yiyip içip, tuvalete gitmekten ibaret olmadığına inandığımdan bugüne dek sonuna kadar mücadeleye devam edeceğim. Allah doğru işlerimizde yardımcımız olsun diyerek iyi ki varsın DENGE diyorum. Nice on yıllara HEP BİRLİKTE.