Şiddet kültüründen sığınma evi doğuyor

Şiddet kültüründen sığınma evi doğuyor
Anneler günü aldatmacasını yeni atlatmışken yaşamımızda tam bir gerçekliği olan sığınma evleri, yurdumuzda çoğu zaman istatistiklere yansıyan birer rakam olmaktan öteye geçemeyen ve yoksulluk, bilisizlik ya da umutsuzluğun bedelini ödeyen kadınların sorun

Kadın Sığınma Evleri, 1990'lı yılların ilk yarısında sivil toplum örgütlerinin gayretleriyle önce tartışılmaya, ardından da valilikler, belediyeler ve özel girişimler kanalıyla açılmaya başladı. Türkiye genelindeki bilinen "kadın sığınma evi" sayısı dokuz.
Yurdumuzda var olan sınırlı sayıdaki "Kadın sığınma evleri", çoğunlukla küçük yaşta başlamış evlilikler, birkaç çocuk, yıllarca devam eden şiddet ve bardağı taşıran son damla nedeniyle adı, yaşı, öyküsü farklı, kaderleri ortak "şiddet mağduru" kadınlarla dolu. Konunun hassasiyeti nedeniyle perdeleri açılamayan, açık adresleri açıklanmayan "sığınma evleri"nin açılma gerekçesi olan "aile içi şiddet", "ataerkil gelenekler"in hakim olduğu Türk toplumunda öteden beri yaşanıyor. Kimi kentlerde varolan bu evlere çoğunlukla "şiddete maruz kalma gerekçesi"yle başvuran kadınlar, genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden.

"Kadınlar, dış dünyayı gördükçe umutlanıyor"

Büyük çoğunluğunun eğitim düzeyi, gelir düzeyi ve evlilik yaşı oldukça düşük. Sığınma evi yetkililerindeki, kadınlar, "Annem yaşıyor, ablam veya kızkardeşim yaşıyor ve katlanıyor ben de katlanmalıyım" derken, dış dünyaya açıldıkça, "Ben de insanım ve bunu hak etmiyorum" diye düşünmeye başlıyor. "Şiddetsiz bir hayat"ın varolabileceğini gören ve dayak yemenin bir zorunluluk olmadığı ayrımına varan kadın, şiddete baş eğmemeyi öğreniyor. Yardım isteyeceği bir yeri ya da sığınacak kimsesi olmayan onlarca kadın, her gün ölüm tehdidiyle yüz yüze olduğunu söyleyerek buralardan yardım istiyorlar. "Türkiye genelinde ortalama kapasitesi 15-20 kişilik" olan ve güvenlik gerekçesiyle adresleri açıklanmayan 9 sığınma evi dışında yönlendirilebilecekleri başka bir yer de yok. Türkiye'de bu soruna yönelik çalışmalarla adını duyuran "Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı yetkilileri", birşey yapamadıklarında bile hastanelerin acil servislerine ya da karakollara kadınları yönlendiriyorlar.

"Uzmanlarca da desteklenen lokal bir çözüm niteliğinde"

Sığınma evindekiler, psikologlar tarafından düzenli aralıklarla ziyaret ediliyorlar. "Rehabilitasyon süreci" ilerledikçe de birbirlerine alışıp kendi aralarında dertleşmeyi başararak, geride kalan yılları ve yaşananları birbirlerine anlatırak bile çok rahatlıyorlar. Yasa tasarısına "Belediyelerin asli görevleri arasında kadın ve çocukların şiddetten korunması vardır" ibaresini ekleterek belediyelerin kadın ve çocuk korunma evi açması yolunu açan AKP İzmir Milletvekili Serpil Yıldız, acil korunma gereksinimi içindeki kadınların rehabilite edilmesi için bu merkezlerin sayısının artmasının şart olduğunu ifade ediyor!.. Yalnızca ifade ediyor, diyebiliyoruz... Nüfusu 50 bini üzerindeki belediyelerin kadın ve çocuk sığınma evi açması durumunda şiddet mağduru kadınların çok ciddi bir sorununa yerel (lokal) bir çözüm getirilmiş olacağı düşüncesi hakim.

"En önemli duygu 'güven'"

Kadınların kendilerini güvende hissetmelerinin önemine değinmek gerektiği vurgulanıyor uzmanlar tarafından. Psikolojik ve yasak desteğin, güvenden sonra geldiği de bir gerçek. Yapılan araştırmalarda, "sığınma gereksinimi içinde olan kadının karşı karşıya kaldığı şiddetin boyutlarının çok farklı olduğunu unutmamak gerekir" sonucu çıkıyor. Bedenleri ütüyle yakılan, gözleri kör edilen, her gece eşi eve geldikten sonra kapı önüne koyulup yıllarca sokakta sabahlamak zorunda bırakılan kadınlar, yüz yüze oldukları şiddetin de işkence boyutunda bir şiddet olduğunu ortaya koyuyor. Görmezden gelmek ya da kulak tıkamak oldukça güçtür sanıyoruz!..

"Şiddet, eğitimli, eğitimsiz diye ayırmıyor"

Elbette gönül ister ki sığınma evi gereksinimi olmasın, ancak ortadan kalkması için aile içi şiddetin son bulması, bunun için de sosyal güvenlikten, aileden sorumlu yetkililerin, toplumu etkileyebilecek tüm birimlerin ve din işleriyle ilgili tüm toplulukardaki yetkililerin de biraraya gelmesiyle toplumu dönüştürmeye ve şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılması öncelikli bir durum. Fakat araştırmaları ilerlettiğinizde, yalnızca eğitim düzeyi ve ekonomik düzeyi düşük kadınların şiddet görmediği; ekonomik sıkıntısı olmayan, iyi eğitim almış kadının da yaşadığı şiddeti konuşmakta zorlandığı, problemi kimseyle paylaşamadığı gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz. Toplumumuzda şiddetin bir güç elde etme ve bir güç sergileme biçimi olarak kullanıldığına değinmeden bu yazıyı bitirmemiz doğru olmayacaktır. Bahane, şiddet için en geçerli şey. Bu şiddetin ortadan kalkması için şiddete gerekçe aranmaması gerektiği toplumca kabul görmelidir ki bizler de sığınma evlerine gereksinimin varolduğu üzerinde durmayalım. KATAVASYA