Tekke edebiyatı
Türkler İslamlaşmadan önce, budist ve maniehist kültürün tesirinde kalmışlardır. Uygurların Çince'den, Hindçe'den ve Tibetçe'den yaptıkları tercüme eserler müstesna, umumiyetle şifahî kültüre sahip idiler. İslâm medeniyeti ise, karşımıza kitabî bir medeniyet olarak çıkmıştır. İçtimaî plân dahilinde Türkler, nasıl göçebelikten yerleşik bir hayata geçmiş iseler, kültür bakımından da şifahî kültürden kitabî kültüre geçmişlerdir.
İslâm uygarlığı etkisinde kalan tekke edebiyatının özünü tasavvuf oluşturur. Zira Tekke Edebiyatı tasavvuf konusunu işleyen bir edebiyattır.
Tasavvuf kelimesinin menşei hakkında pek çok görüş ileri sürülmekle birlikte üzerinde ittifak edilen husus sufi kelimesinden kaynaklandığı yolundadır. Kimlere sufı denildiği konusunda başından beri bir görüş birliğine varılamamıştır. Bazıları için,dış görünüş tanımlarının ana kaynağını oluşturarak giyimden yola çıkarken, bazıları için ise söz konusu kişilerin amaçları ana kaynağı oluşturmuştur. Kimlere sufi denildiği konusunda Kelebazi İçleri saf, dışları pak olduğu için sufilere (sufiyye) adı verilmiştir derken bazı mutasavvıfların görüşlerine değinerek Sufi, Allah' la olan muamelesini saf hale getirdiği için aziz ve celil olan Allah'ın saf ikramına ve kerametine nail olan kimsedir şeklinde açıklamıştır. Aynı eserde sufi kelimesinin farklı anlamlarına ilişkin olarak Kelebazi Bir başka sufi gurubuna göre sufiler yün manasına gelen sof dan yapılan elbiseler giydikleri için sufi (sufiyye'den) adını almışlardır, demektedir.
Tasavvufu İslam Dininin daha çok ahlaksal kurallarından ve varlık birliği inancından erdeme kavuşmayı (İnsan-ı Kamil) amaçlayan; olgun insanın toplumdaki hizmetleriyle de erdemli topluma, olgun topluma (Toplum-u Kamil) ulaşmayı amaçlayan bir sistem şeklinde tanımlayabiliriz.
Tasavvuf, Tanrı'nın niteliğini ve kainatın oluşumunu Vahdeti Vücut anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi akımdır. Tasavvufta esas fikir, kainatı bir tek vücudun tecellilerinden ibaret addetmektir.
Tasavvuf sadece bireysel bir yol değildir. Başlangıçta bireyden hareketle gelişmiş olmakla beraber, özellikle Anadolu ve Balkanlar üzerindeki gelişmesi toplumsal ağırlıklı olmuştur. Bu nedenle günümüzde tasavvufu incelerken Anadolu öncesi tasavvuf ve Anadolu tasavvufu gibi iki dönem olarak ele almak daha doğru olacaktır.
Bu iki dönemin ayrılma noktası Horosan erenleriyle oluşur. Horosan erenlerinin Anadolu'ya gelmesi ve bunu takiben Balkanlar'a geçmesi kısa zamanda Anadolu ve Balkanlar'daki Türk tasavvufunun oluşmasını sağlamıştır. Anadolu öncesi dönemde ise tasavvufun ilk doğuşundan itibaren Horasan okulunun oluşumuna kadar ki dönemdir. Horasan okulu ile birlikte Türk töresi ve Türk dili ağırlıklı bir tasavvuf düşüncesi oluşmaya başlamıştır. Ve bu akım en büyük liderini Anadolu halk kesiminde Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre, saray kesiminde ise Mevlâna ile vermiştir.
Anadolu öncesi tasavvuf anlayışı özünde Hak ile Hak olma ya ulaşma amacını taşır. İnsan- ı Kâmil'i amaçlar. Anadolu Tasavvufu ise Hak'tan Halk'a inmeyi amaçlar. İnsan-ı Kâmil'in yanısıra, Toplum-u Kamil'i de amaçlamaktadır.
Tasavvuf, kendisini hikmeti ve Allah'ı bilmeğe adamak olarak tarif edilen Vahdet-i Vücut ve Vahdet-i Şuhut gibi iki ana prensibe dayanmaktadır.
Tarikat yol anlamına gelir. Şeriatın sert hükümlerini yumuşatmak ihtiyacından doğmuştur. Eskiden tarikat adamlarının toplanıp tarikat gereklerini yaptıkları yere Tekke adı verilmektedir. Edebiyatımızda dergâh, zaviye, hankâh gibi kelimelerde Tekke anlamında kullanılmıştır.
Türk Tekke Edebiyatımızın temelinde Yesevilik'ten kuvvetle etkilenen Nakşibendilik, Haydarilik, Bektaşilik ve Mevlevîlik vardır. Orta Asya'dan Anadolu'ya akıp gelen, özellikle Horasan'dan ayrılan Kalenderi, Sofi, Abdal, Gazi, Babai, Küfrevi ve diğer inanç erenleri henüz
örgütlenmiş değillerdir. Bunları Anadolu Tekke edebiyatımızın hazırlayıcıları ve ilk tarikat öncülerimiz olarak sayabiliriz.
Selçuk, Harzem, Cengiz devletlerinin birbirini izleyen göç dalgalarının önünde Anadolu'ya sürüklenen dağınık derviş kafileleri, Anadolu'da kökleşen, bu güne değin gelen tasavvufa bağlı derin izler bırakan tarikatların kuruluş nedenleridir. Anadolu Türk tarikatlarının en önemlileri, topraklarımızda en derin, en geniş kök salanları ise Bektaşilik ve Mevlevilik'ti.. Mevlevilik aydınları, Bektaşilik halk yığınlarını kendine çeker.
Anadolu'da tasavvuf 13.yy'ın başlarında yayılmaya başlar ve bu yayılış uzun sürer. 16.yy sonlarında tarikatların sıkı baskısı altına girer ve kalıplaşmaya yüz tutar.