Yalnızlık mı? Tek Başınalık mı?
Gökyüzünde salına salına uçan güzel bir kuş dikkatimizi çeker. Onu seyreder ve bir an ona sahip olmak isteriz. Belki de o kuşu kafese koyar, evimizin en güzel köşesine yerleştiririz. Kafesin içindeki kuşa her baktığımızda uçarkenki halinin bizde uyandırdığı o güzel hissi hatırlar, mutlu oluruz. Sevgili kuşumuz ise uçamadığı ve güzelliğini diğerleri ile paylaşamadığı için mutsuzdur, acı çekiyordur. Dışarıdayken herkesi kendine hayran bırakan özellikleri tutsaklığının nedeni olmuştur..
Şimdi yukarıdaki kuşun hikâyesinin, sevgideyken yaptıklarınızla benzerlik gösterip göstermediğine bakmanızı istiyorum. Mesela, çocukken yaptıklarınızın çevrenizdeki kişileri mutlu ettiğini fark ettiğinizde aynı ilgi ve alakayı sürekli kılabilmek adına sadece diğerlerinin ilgisini çeken özellikleriniz ile var olmaya seçmiş olabilir. Yetişkin olduğunuzda ise üzüntü, kızgınlık ve çektiğimiz acıları anlatan hikâyelerinizin çevreniz tarafından beğenildiğini yani sadece o anlarda diğerlerinin ilgisini çektiğinizi fark etmiş ve bunun üzerine başınızdan geçen talihsiz olayları sürekli gündeminizde tutmayı alışkanlık haline getirmiş olabilirsiniz.
Geçmişte sevdiklerinizin istediği gibi olabilmek adına arzu ve isteklerinizden vazgeçtiyseniz yukarıdaki kuşun hikâyesinde olduğu gibi içinizdeki özgür ruhu kafese kapatmışsınız demektir. Hâlbuki sizi her kim sevdi ise sizi özgür haliniz ile sevdi. Ama siz ne yaptınız, onun sizi sevdiği halinizden farklı bir şeyi ona sundunuz veya sunuyorsunuz. Ve bu şekilde arzularınızın doğrultusunda var olmak yerine, olması gerektiğini düşündüğünüzü yaparak diğer insanların gerçek sizi hissetmelerini engelliyorsunuz
Peki, bu duruma nasıl geliyoruz?
Yanıt çok basit aslında!! Bu duruma gelişimiz, kendimizi yalnız hissediyor olmamızdan kaynaklanıyor. Kendimizi yalnız hissettiğimizde aslında bizimle ilgili bir şeylerin eksik olduğunu da kabul etmiş oluyoruz. Bir şeylerin eksik olması durumunda ise eksikliği yok etmek için dışarıya çıkıyoruz. İhtiyacımızı karşılayacağını düşündüğümüz her ne var ise ona dört elle sarılıyoruz. Bu öyle bir dört elle sarılış oluyor ki kişi hareket edemez hale gelebiliyor. Hareket edemeyince de doğal olarak bir şey yapamıyor ve siz yalnızlığınızla tekrar baş başa kalıyorsunuz.
Buradan çıkış yolu ise, ilişkilerde tek başına olabilmeyi becerebilmekte yatar. Tek başına olma hali tam ve bütün olmaktır. Artık ihtiyaç hissi tamamen ortadan kalkmıştır. İhtiyaçlarımızın karşılanması niyeti yerine sahip olduklarımızı diğerleri ile paylaşma niyeti hâkimdir. Sonuçta kaybedilecek ve kazanılacak bir şey olmaz. Sadece orada olup yaşamın keyfine çıkarırız. Bu durumu filarmoni orkestrasındaki kemancının durumuna benzetebiliriz. Kemancı tek başına olduğunda da çok güzel keman çalmaktadır. Yeteneğini Filarmoni orkestrasındaki diğer dostlarıyla paylaşmak istediğinde orkestranın diğer üyeleri ile birlikte çok sesliliği deneyimler. Birlikte büyüme halini keşfeder. Herkes özgürdür. Her bir birey bir bütünü tamamlayan tek bir parçadır.
Evet şimdi size soruyorum; bir orkestra içinde kemancı olmak mı yoksa süslü bir kafesin içinden etrafı seyretmek mi istersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.