AHMET YILMAZ BOYUNAĞA'NIN TÂRİHÎ ROMANCILIĞI...
AHMET YILMAZ BOYUNAĞA'NIN TÂRİHÎ ROMANCILIĞI HAKKINDA, ŞÂİR VE YAZAR M. HÂLİSTİN KUKUL'LA BİR SOHBET:
Konuşan: ALİ POLAT
POLAT- Sayın Hocam; Ahmet Yılmaz Boyunağa'yla uzun zaman arkadaşlığınız olduğunu biliyoruz. O'nun mizacıyla ilgili kanaatlerinizi söyler misiniz?
KUKUL - Evet, bir ömür için uzun sayılabilecek kadar arkadaşlığımız, oldu. Bu; mesâî arkadaşlığı olduğu gibi, âilece de devam etti. 1973 yılında, ben, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü, Yılmaz Ağabey de Balıkesir Eğitim Enstitüsü'nden Samsun Eğitim Enstitüsü'ne tâyin edildik.
Vefât târihi olan 1995 yılına kadar bu dostluk, kardeşlik, ağabeylik devam etti.Yılmaz Boyunağa, çok hassa yapılı, duygulu bir insandı. Bir defa, hiç kimseyi kırmak - üzmek istemezdi. Bunun yanında çok merhametliydi. Fakîr fukara hakkı gözetir, elinden geldiğince yardımcı olurdu.
Sâdece mesâîde birlikte bulunduğu arkadaşlara veya herhangi bir vatandaşa karşı değil, öğrencilerine karşı da çok nâzikti. Bununla birlikte, şunu da ifade etmeliyim ki, tahammülsüz olduğu şeyler de vardı. Bunlar; dînî ve millî mes'elelerimizdi ve onlara karşı yapılan en küçük bir menfî tavra suskun kalmazdı.
POLAT- Pek çok durumuna yakından şâhit olduğunuza göre, hangi türler üzerinde çalışır ve nasıl bir çalışma tarzı vardı? Çalışmalarını nasıl yapardı?
KUKUL- Elbette ki, aşağı yukarı her yazan kişi gibi, O da, gençliğinde şiir üzerinde durmuş olabilir. Fakat, ilk neşrettiği eser, bizzat kendisi tarafından, daha sonraları, ismini, "Türkler'in Müslüman Olmaları ve İslâm'a Hizmetleri" olarak değiştirdiği Türk- İslâm Sentezi adlı inceleme kitabıdır. Hattâ, bu kitabı hakkında, 09.04.1975 târihli Bâb-ı Âli'de Sabah Gazetesi'nde bir tanıtım yazısı da yazarak şöyle demişim: "Türk- İslâm Sentezi, güçlü bir araştırmanın neticesinde, bu dalda yazılmış eserlerin en güzellerinden biridir. Muhterem Boyunağa, gücünü, çok sevdiği ve sevdiğimiz Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) den alarak, akıcı bir üslûpla, herkesin anlayacağı bir dille, sadelik içinde, üçyüzyirmi sayfalık Türk-İslâm Sentezi'ni meydana getirdi.
Türk-İslâm Sentezi, dokuz bölüm hâlinde meydana gelmiş ve İslâmiyet'e yapılan bütün iftira ve yalanları söyleyenlerin boğazlarına tıkarcasına cevaplandırmaktadır. Türk - İslâm düşmanlarına, ilmî tetkik ve araştırmalarla en can alıcı yerinden Kur'ân'dan ve yerli ve yabancı yazarlardan pasajlar vererek, ayrıca, kendinin de değerli fikirlerini katarak cevap vermektedir."
POLAT- Bu dönemde roman üzerinde çalışmaları yok muydu?
KUKUL- O tarz çalışmaları, daha ziyâde 1980'den sonra kendini göstermiştir. bu döneminde, Türkiye Tarihi gibi, Genel Tarih gibi...konular üzerinde eserler yazmıştı. Bunlar; o dönemlerde, "Mektupla Öğretim" için yazılmış -sipariş üzerine- yazılmış ders kitaplarıydı. Zamanla, ve bilhassa, bunlarda da 1980 sonrası hamle yaparak Tebliğinden Günümüze Kadar İslâm Tarihi, Peygamberler Tarihi, Asr-ı Saadetten Parıltılar, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve İlk Müslümanlar gibi gerçekten mükemmel eserlerini yayınlamıştır. Tabiî ki, bunlar, san'at mevzûnun dışındaki eserlerdir. Sizin sorunuz olan roman bahsine geçmemiz için bunları söylemek zorundaydım.
Bir de şunu söyleyeyim, "çalışma tarzı"nı sordunuz. Ben de dâhil, hiçbir zaman vasat diyebileceğimiz bir çalışma 'ortamı'mız olmamıştır. Hep soğuk odalarda, ders aralarında veya bizde (boş zaman) tâbir edilen tatil günlerinde...Hangi dönemde çalışırsak çalışalım, hep zorluklar içinde mücâdele verdik. Eski bir daktilo ile, ne kadar mesafe alabilirsen al!..Şimdiler elbette ki bilgisayarla çok farklı..
POLAT-Yukardaki soruma bağlı olarak sorayım: Yılmaz Boyunağa'nın roman anlayışı bir 'an'ane' yi devam ettirmek midir? Ve işlediği konularda, niçin daha çok Selçuklu ve Osmanlı târihini esas almaktadır?
KUKUL- Ben de, hepsini birleştirerek cevaplama çalışayım. Bir defa şunu ifade edeyim ki, Yılmaz Boyunağa'da hakikaten, müthiş diyebileceğimiz bir 'tasvir' kaabiliyeti vardır. Bu kaabiliyeti, mevzû yaptığı zamana uyarlamak da ayrı maharet ister. Her romancı, bugünden bakarak, bundan beşyüz veya bin sene evvelinin coğrafyasını, insanını, âletlerini yâni silâhlarını, günlük ihtiyaçları için kullandığı malzemeyi vesâireyi yerli yerine oturtarak tasvir edemez.
O'nun romanlarında, buna bağlı olarak da çocuk hikâyelerinde ve çocuk romanlarında aynı berraklığı görmemiz mümkündür.
Aslında, Türk târihî romancılığının, önce, kendi içinde ve bilâhâre de dünya romanları içersindeki 'mukayesesi'ni yapabilmek gerekir. Maalesef, bizde, bu seviyede 'tahammüllü' çalışmalar / tezler yok. Belki de ben bilmiyorum.
POLAT- Mukayeseli edebiyat, türlerin her sahasında olmalı değil mi?
KUKUL- Elbette olmalı. Ancak, bu, çok tahammül veya sabır isteyen bir iştir. Bu sahada çalışanlara, - muhakkak ki, diğer ilmî sahalarda da- ciddî kaynaklar ayrılmalı ve tâkibi de çok ciddî olmalıdır.
POLAT- Boyunağa'ya dönelim isterseniz?
KUKUL- Boyunağa'nın Selçuklu ve Osmanlı'yı tercih etmesi, bana göre, bunlarda hem Türklüğü ve hem de İslâmiyeti müşterek olarak ele alabilmesidir. Çünkü, yapılan hücûmlar, ikisine birden yapılıyor. Dünyanın pek çok yerinde 'Türk' denilince, 'Müslüman' anlaşılıyor. Türk'ü sindirir ve silerseniz, bu adı sahneden yok ederseniz, onların nezdinde, Müslümanların işini de bitirdiniz demektir.. Bu bakımdan, Boyunağa'nın romanlarında olsun çocuk hikâyelerinde olsun, "öğreticilik / didaktik' unsur ön p(i)lândadır.
POLAT- Bu, bir romancı için doğru mudur?
KUKUL- Kesinlikle hayır!..Ben, birçok defa, hem bir dost olarak ve hem de bu işlerle ilgilenen biri olarak söyledim: Târihî eser ile edebî eser arasında bir 'çizgi' olmalıdır, diye. Çünkü; edebîlikteki o akıcılığı zaman zaman alıp götürücülüğü, cezbediciliği 'fikrin emrine' veriyorsunuz. O, târih kitaplarının işidir. Bu noktada, meselâ, biyoloji ile, edebiyâtı ayıran 'çizgiler' de vardır. İşte bunun gibi..O'nun, "Kadın kahramanları İslâmlaştırması"nı da bununla îzah edebiliriz.
POLAT- Konu biraz dağıldı, sanıyorum?
KUKUL- Bu tabiîdir. Genişledikçe dağılır. Fakat; "an'ane" mes'elesini unutmadık. "An'ane" çok mühimdir. Fakat; sakat, hoş olmayan an'aneler de vardır. Onlardan sıyrılmak ve yerlerine 'benzerlerini değil', daha güzellerini inşâ edebilmek önemlidir.
Boyunağa veya herhangi bir târihî romancı, ister istemez kendini bir 'an'ane'nin içinde bulur. Ancak, ifade tarzları belirleyici olur. Meselâ; Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Nihal Atsız da târihî romancıdır, Orhan Kemal, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Mehmet Niyazi Özdemir, Tarık Buğra veya Abdullah Ziya Kozanoğlu da..Aralarındaki fikrî ve bediî farkı bir göz atışıyla bile görebiliriz. Üslûp farkı, kavrayış farkı elbette ki derinlemesine tahlili gerektirir.
Yılmaz Boyanağa, 'doğrucu'dur. Yâni, mümkün olduğu kadar, ele aldığı hâdiselerin açık/ sahih veya târihî gerçeklere , tam olmasa bile tıpatıp'a yakın uyuşmasına dikkat eder.
POLAT- Bu târihî romanları yazdığı dönemde, bizde târihî romancılık nasıldı?
KUKUL- Bununla, Yılmaz Boyunağa, târihî romancılığımıza ne katmıştır, hangi değişikliği veya yeniliği getirmiştir, demek de istiyorsunuz. Değişiklik, yenilik gibi ifadeler 'iddia'dır. Yazar iddiası. İddiasız, yazar, şâir veya san'atkâr olunmaz. Yazışı, ortaya çıkışı ve eser verişi, her yazar, şâir veya san'atkâr için böyledir. Boyunağa, kendi gerçeklerine sâdıktır. Öğreticiliği daha belirgindir. İslâmî değerleri daha ön p(i)lânda tutar. Süs'e, gösteriş'e fazla değer vermez ammâ bunları önemsemez de değildir. Deminde söyledim, üslûbu mükemmeldir. Hiç kimse O'nun romancı hüviyetinindeki muazzamlığı inkâr edemez.
POLAT- Boyunağa, romanlarında, "iyi" ile "kötü"yü kesin hatlarla ayırıyor. Bu, budur; bu da, budur diyor. Bu, yazar olarak kendi karakterinden mi yoksa, hâdiselerin cereyan tarzından mı ileri geliyor, ne dersiniz?
KUKUL- Yazar - eser münâsebeti, her türde içiçedir. Bunları ayırmanın zorluğu p(i)sikolojik bir tahlili gerektirir. Bu bakımdan, hâdiselerin, yazarı sürüklediği hususlar vardır; yazarın hâdiseleri murakabe altına aldığı hususlar vardır. Buna dikkat etmek lâzımdır.
POLAT- Size göre, edebî üslûp değerlendirmesi bakımından, Yılmaz Boynağa'nın en verimli romanı hangisidir?
KUKUL- Bu, çok ferdî, zevklere hitap eden bir sorudur. Hep, "Bana göre.." ile başlayan cümleleri gerektirir. Şüphesiz ki, bir insan, nasıl ki çocukları arasında ayrım yapamazsa, eserler de öyledir. Fakat, bir başka kişinin gözünde, eserler arasında bir tercih, bir sıralama yapılması da mümkündür. Yine ifade edeyim ki, bunda zevkler ve p(i)sikolojiler önemlidir. Yine de, 'bana göre' deyip tercih kullanayım: Malazgirt'in Üç Atlısı ve Kırık Hançer'deki roman cezbediciliği daha başkadır.
POLAT- Bâzı mülâkatlarında, târihî şahsiyetlerimizi küçük düşürmeye çalışanlara karşı tepkisini ortaya koyar. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
KUKUL-Bundan daha tabiî bir şey olamaz. Şâyet, bu hâdiseler hakîkat değilse, bunları çarpıtarak yazanlar iftira ediyorlar demektir. Bu şahıslar, hele de târihî bir muhtevâ taşıyorlarsa - ki, öyledirler- onların nezdinde, bir millet / Türk milleti hedef alınıyor demektir. Buna, roman'la da, şiir'le de, tiyatro'yla da, karikatür'le de, sinema'yla da...cevap vermek zarûreti vardır. İftira, yalan demektir. Her kim olursa olsun, yalancının ve iftiracının karşısında durmak lâzımdır. Bu, sâdece san'atı ilgilendirmez. Dînî, millî ve vicdânî bir vazîfedir.
POLAT- Yılmaz Boyunağa'nın 'dil' anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
KUKUL- Dil mes'elesi, bizim en önemli kültür mes'elemizdir. Ne yazık ki, Türkçe'miz, kısır ve basit çekişmeler yüzünden büyük tahribata uğramıştır. Düşünebiliyor musunuz ki, Orhun Kitâbeleri'nde kullandığımız ve daha sonraları Yûnus Emre'nin dilinde pırlantalaşan kelimeler, bugün altüst edilmiştir. Bir "kişi" kelimemiz vardır. Orhun Kitâbeleri'nde de, Yûnus Emre'de de sıkça geçer. Bunun yanında, "fert, şahıs, zat" kelimelerimizde, Arapça ve Farsça vasıtasıyla dilimize girmiştir. Yâni, bu hususta, ' işlek' bir vaziyette dört kelimemiz vardır. Bu kelimeleri bilmeyenimiz de yoktur. Hattâ, Urumçi'den Kosova'ya kadar..Fakat gelin görün ki, ucûbe bir "bireysel' onların yerine konulmak isteniyor. Fecaat!..
Ziya Paşa ne diyor: "Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde"
İşte, "kişi" ve işte "şahıs" kelimelerinin kullanılışı!...Büyük şâirlik de budur!..
Bu mânâda, Yılmaz Boyunağa, 'konuşulan Türkçe' diye ifade edilen, târihî muhtevâlı Türkçe anlayışına sâhiptir. Hiçbir zaman 'uydurmaca"ya ve 'yabancı kelimelere' hayranlık duymadı, bunlara iltifat etmedi hattâ onlara karşı durdu. Zâten, eserlerindeki pürüzsüz anlatım da bunun neticesidir.
POLAT- O'nunla ilgili birçok mülâkatınız ve makaleniz bulunmaktadır. Eserlerinin kavranması bakımından başka ne türlü çalışmalar yapılabilir?
KUKUL- Benim yaptığım, öze tesir eden fakat sathî olan çalışmalardır. Bir romancı, şâir veya san'atkâr hakkında, eserlerinin çeşitli yönlerini ele alan çalışmalar yapılmalıdır. Boyunağa, tek tür üzerinde eser vermiştir: Roman.
Meselâ; Necip Fâzıl gibi biri, hem şiir, hem roman, hem hikâye, hem tiyatro, hem hâtıra, hem târih...yazmıştır. Bu türlerin herbirinin, çeşit çeşit yönleri vardır. Bu bakımdan, makale veya tezler çok önemlidir. Topyekûn değil, mevzî çalışmalar, bana göre daha sıhhatli eserler meydana getirir. Ammâ, ne yazık ki, Türkiye'de böyle çalışmalar çok az. Sâdece, 'sempozyum'larda sunulan tebliğler bunda müessir olabiliyor.Bu bakımdan, meselâ, Yılmaz Boyunağa'nın romanlarındaki farklı unsurlar ele alınıp işlenebilir.
POLAT- Son söz olarak diyeceğiniz bir husus var mıdır, Hocam?
KUKUL- Türkiye az okuyor. Az düşünüyor. Hâliyle de az muhakeme ediyor. Temennim, ilmî seviyede çalışmaların san'at çalışmalarını takviye etmesi; hizaya getirmesi, onlara yön vermesi, onları teşvik etmesi ve omuz omuza birlikte yükseltmeleridir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.