M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

GÖNÜL GÖZÜ

     Bizim kültürümüzde, 'aşk'ın kapısı da, -dardan genişe doğru - yuvası / hânesi / evi / ocağı ve  'cihânşümûlden öte mekânı'  da,  'gönül'dür.

     Bu bakımdan; gönül almak, gönül yapmak, gönül bağı kurmak, gönül birliği, gönül eri, gönül ehli, gönlünü etmek, gönül rızâsı, gönlü akmak, gönlü zengin,  gönül vermek, gönlünü hoş etmek, gönül ziyâret etmek...gibi tâbirler, Türkçe'den başka hiçbir  dile nasib olmayan güzelliklerdir.

     Gönül; sevginin, muhabbetin, fazîletin, hoşgörünün, tevâzûnun, kadirşinaslığın  lebâleb doldurduğu ve çepeçevre ihâta ettiği ihtişâm havuzudur.

        Bunların zıddı olan gönül kırmak, incitmek, yakmak, yıkmak,...gibi ifadeler bu lugatte bulunmamalıdır.

      Şüphesiz ki, bunlar ve daha niceleri, Türkçemizde değişik şâir ve yazarlarımız tarafından değişik mânâlarda kullanılmıştır. Bu ise, Türkçenin zenginliğinden ve ifade gücündendir. Herbir tâbir, ayrı ayrı üzerinde durulmağa değerdir. 

       Gönlünü çelmek, gönlünü çalmak, gönlünü kapmak'taki mânâ güzeliklerini târif ve tasvir için nice gayretler gerekir, değil mi? Gönlüne göre'yi  îzâhta  gayretimiz nasıl olmalıdır?

     Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî'den, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî'den Yûnus Emre'den, Bâkî'den, Fuzulî'den  Necip Fâzıl'a ulaşan çizgide, bütün Türk mutasavvıfları, "gönül" hakkında fevkalâde kayda değer mısralar ortaya koymuşlardır.

      Şüphesiz ki, bunların arasında, bediî mânâda, Yûnus Emre'nin dile getirdikleri hem daha tesirli ve hem de daha çeşitlidir.

      Ahmet Yesevî:

                            "Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;

                             Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden."

      Derken; Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî: "Âşıklık gönül iniltisinden beli olur; gönül hastalığı gibi hiçbir hastalık yoktur." der.

      Demek ki; 'gönül', incitilmemesi gereken'dir. Gereken'dir, diyoruz, çünkü; o kadar çok yerde mânâ buluyor ki, bundan başka kelime bulamadım! Buna rağmen, onun, "iniltisi" vardır. Nasıl bir "inilti" derseniz, o da, uçsuz-bucaksızlıkta alıp başını gidiyor. Ya, "gönül hastalığı" nasıl bir hâldir!..

     Fuzulî'nin; bir aşk ve âhenk numûnesi olan meşhûr "Su Kasîdesi"nde de bu 'hâl'e rastlarız:

                               "Saçma, ey göz, eşkden gönlümdeki odlare su

                                Kim bu denlû dutuşan odlare kılmaz çâre su

                                Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

                                Yâ muhit olmuş gözümden günbed-i devvâre su

                                Zevk-i tiginden aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

                                Kim mürûr ile bırakır rahneler divâra su"

           (Ey göz, gönlümdeki ateşlere, su  (gözyaşı) saçma! Çünkü; böyle tutuşan ateşlere su, (çâre olmaz) fayda  vermez.

             Dönen kubbenin (gökyüzünün) rengi mi su rengindedir yoksa  gözümden akan su mu (yaşlar mı) kubbeyi kaplamıştır .

             Kılıcının ( kılıç gibi bakışının) zevkinden,  gönlüm parça parça olsa (buna) şaşmamalı; zîrâ, su da -zamanla-duvarda yarıklar meydana getirir."

           Fuzulî'nin gönlünde ise, 'odlar / ateşler" bulunmaktadır. Öyle ki, sönmesi için "su" bile ona "çare" değil!  "Bu denlû dutuşan odlar" ın, "hastalık" derecesinde olmadığını da kim söyleyebilir!..

         Gönlün, "çâk çâk" olması da "inilti"nin tezâhürü  olamaz mı?

          Fakat, şu da bilinmelidir ki, bütün bunlar, 'gönül köprü'leri kurmak ve 'gönül sesi'mizi geleceğe aksettirmekle mükellef olma şuûrunda olmamız içindir.

          İşte;  'gönül gözü' de, muhteşem bir kültürün ve onunla mevkileşen bir medeniyetin yaşanmışlığında tezâhür etmektedir.

        Yûnus Emre, bunu beytinde şöyle ifade eder:

                         "Yûnus imdi sen Hakk'a ir dün ü gün gönlün Hakk'a vir

                          Gönül gözi görmeyince hiç baş gözi görmeyiser"

      "Gönül gözi"; "Hakk'a erenler"de ve dâimâ "gönlünü Hakk'a verenler"de  bulunur. Kişi, bu gözle göremeyince, "baş gözü"yle görmesinin ne mânâsı olabilir? Zâten, o görme, görme değildir! Kabukla oyalanma, meşgûl olma ve kendini avutma'dır.

         Bir başka beyitinde de, Yûnus Emre şöyle der:

                         "Yûnus'un gönlü gözi toludur Hak sevgisi

                         Sohbet ihtiyâr iden yad u bilişden geçer"

       "Yûnus'un gönül gözü Hakk sevgisiyle doludur" diyerek, Yûnus, kendi tasvirini yapmaktadır. Hakk aşkı ile dolmak ise, dostun hatırlanmasındaki arzudandır. Bu iş, kuru lâfla olmaz; Hakk'ı, samimî olarak, bu aşkla "gönle" doldurmaktan geçer.

       Bir gönül, Hakk sevgisiyle nasıl dolabilir/ dolacaktır? İşte, bütün mes'ele buradadır!..

      Hakk, nedir? Hakk; Allah (c.c.)'ın  güzel isimlerindendir. Yâni; vâcib-ül-vücûd'dur. Hiç yok olmayan ve dâimâ var olan ve yaratıcı tek Allah'tır.

      "Yûnus'un gönül gözü"; O'nun aşkı ile, O'na muhabbetle doludur.

       Gönül gözü dâimâ açık olanlara ne mutlu!..Onlar; dünyâda da, âhirette de, Hakk'ın rızâsına nâil olacaklardandır!..Ne mutlu onlara!..Ne mutlu!..

    ÇAĞRI DERGİSİ, MART 2015, SF. 4-5

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR