"KÖPEĞİN NE GÜZEL DİŞLERİ VAR!"
Bu güneş, ben yokken de vardı ve hep böyle ısıtıyor ve hep böyle ışıtıyordu...
Bu ay, bu yıldızlar, ben yokken de bu gökyüzünü süslüyor, yaşayanları hayran bırakıyor, düşündürüyor ve cezbediyordu...
Gönül ışıklarım fezâları dolanıyor da, nice ışık yıllarını kucaklıyor bir bilseniz!..
Asırlar, saniyeleri kıskanadursun, fezâlar benim kalbimin içinde ya, ben ona bakarım!..
Bir çiçeğin türlü türlü hâllerine gıpta etmemek ne mümkün!..Her çiçeğin çeşit çeşit kokusundan ibret almamak nasıl bir nankörlüktür!..
Fakat bir farkla ki, noksanımız tefekkürdür!..Bakışlarımız sathîdir, göstermeliktir, riyâlıdır!..
Ne ilmî derinliğe müstenittir ve ne de güzellik ile alâkalıdır!..Öylesine bir bakış ki, içe dâir hiçbir temeli yok!..
Ne var ki, kâinatta, her şeyin bir sebebi, her şeyin bir güzelliği, albenisi vardır!..Dünyevî bütün yaşanmışlıkların temelinde, arzuların, kibrin, fesatlığın ve inkârın terennümü var ise, yazıklar olsun o dünyâlıya!..
Boşuna mı konuşuyorum, onu da bilemiyorum. Esasa gelerek, söylemek istediğimi yazayım öyleyse...Bizim Türk şiirimizin Yûnus Emreler'den, Fuzulîler'den Yahya Kemâller'e, Necip Fâzıllar'a ulaşan çok güzel ve çok mâhir ustaları, üstâdları vardır...Şüphesiz ki, Yavuz Bülent Bâkiler de bu halkalardan biridir.
Serbest vezinle şiir yazan Bayrak Şâirimiz Ârif Nihat Asya, Destan Şâirimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu gibi, bu tarzda şiirler yazan Yavuz Bülent Bâkiler de, bana, serbest şiiri sevdiren üç ustadan biridir. Diyeceğim o ki, bu tarz, her üçünün de kaleminde âhenk, heyecan ve sahlanış göstermiş, derinlik kazanmış, hakîkî mayasıyla mayalanmış, özüne kavuşmuştur.
Bizim Külliye Dergisi'nin Eylül-Ekim-Kasım 2016 sayısında, Bâkiler'in "Köpeklerden, Eşeklerden, İneklerden Özür Dilemeliyiz" başlıklı yazısı, bu satırları yazmama sebep oldu. Başlığı ilk okuduğumda, şaşırdım desem hiç de mübâlağa etmiş olmam.
Çünkü; Yavuz Ağabey'i tanıdığım kadarıyla, güzel lâtifeleri vardır ammâ ciddî bir insandır. Beni şaşırtan, bu "özür" mes'elesidir. İşte...
"2005 yılında İspanya'ya gittim." diyor. Ve şöyle devam ediyor, " Başkent Madrid'de bir tren istasyonu girişinde, bir kaide üzerinde oturtulan kocaman bir köpek heykeli beni çok şaşırttı."
Bu "köpek heykeli"yle ilgili olarak mihmandarının anlattığını ise, şöyle naklediyor: "Bu köpek heykeli, burada sevginin dostluğun, vefânın sembolü olarak yükseliyor. Çünkü bu köpek bu tren istasyonuna sabahın erken saatlerinde sahibiyle birlikte gelmiş. Bu istasyonda sahibini iş yerine uğurladıktan sonra tek başına evlerine dönmüş. Sonra her akşam vakti işte bu noktada arka ayakları üzerinde oturarak işten dönen sahibini karşılamış. Birlikte güle oynaya evlerine dönmüşler. Bu hâl yıllarca devam etmiş. Günün birinde köpek sahibi çalıştığı iş yerinde ölmüş. Onu o bölge mezarlığına gömmüşler. Köpek o akşam evlerine tek başına dönmüş. İşte bu noktaya oturarak trenden inenler anısına sahibini beklemeye başlamış. Onu bu çevrede bilmeyen, tanımayan, sevmeyen kalmamış, Sonra günün birinde bu sevimli hayvan da ölüp gitmiş. Ama Madrid Belediyesi onun güzel bir heykelini yaptırarak getirip bu noktaya oturtmuş. Bu heykel bize hayvanlardan da alacağımız dersler olduğunu hatırlatıyor."
Tabiî ki, yazı, oldukça uzun.. Fakat, "ders almak" çok mühim!..
Demek ki, birkaç hususu daha nakletmem gerekiyor. Yavuz Ağabey diyor ki: "Meselâ biz kızdığımız türlü kötülüklerini gördüğümüz kimselere "Köpek!" diye bağırırız. "Köpekleşme!" diye öfkeleniriz. "Köpekten farkın yok!" diye dikleniriz. Doğrusu neden böyle saçmalıklarla dolup taştığımızı ben bir türlü anlayamam. Köpeklerimizden hiçbir ihanet görmediğimiz hâlde onları aşağılamamızı kat'iyyen doğru bulmuyorum. Kırk türlü sahtekârlık içinde bulunana, canımıza malımıza kast eden kimselere: "Köpek, köpekleşme, köpeğin teki!" diye bağırıp çağırmamız bizim ayıplarımızdandır. Haksız yere suçladığımız aşağıladığımız hayvanlar arasında sade köpekler mi var? Eşekler, öküzler, inekler de öyle.
(...) Eşekler sessiz, sâkin, uysal hayvanlar....
(...) Allah aşkına söyler misiniz bana, öküzlerimizden, ineklerimizden ne zarar gördük biz! Topraklarımızı binlerce yıl öküzlerimizle sürdük. Düvenlerimizi öküzlerle çektik, çuval çuval buğdaylarımızı ve gücümüzün kat'iyyen yetmeyeceği eşyalarımızı, dağların ardında kalan köylerimizden şehirlerimize öküzlerimizin çektiği iki tekerlekli arabalarla taşıyıp durduk...
(...) Bâzen kızdığımız küçük gördüğümüz bâzen de çok çalıştıklarına şahit olduğumuz kişilere vicdanımız titremeden "İnek!" veya "İnekledi!" diyoruz. Halbuki bu inekler sağlığımızın en vaz geçilmez varlıkları arasında. Bence inekler Allah'ın yarattığı en mübarek, en değerli, en önemli yaratıklardandır. "Hayır!" diyorsanız onların etini, sütünü, yağını, yoğurdunu yemeyin, ayranını içmeyin, derilerini kullanmayın bakayım."
Kısa kesmeliyim, ancak, şunu da söylemeliyim ki, bu yazının tamamı, okul kitaplarında lâyık olduğu değerli yeri bulunmalıdır.
Kaldı ki, Peygamber Efendimiz bir hadîslerinde şöyle buyurmaktadırlar: "Birbirlerine merhamet edenlere Allahü teâlâ merhamet eder. O, merhamet edicidir. Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, gökte olanlar da size merhamet etsin."
Yâni; hayvanlar da bu zümredendir, bitkiler de!..
Değerli sosyoloğumuz S. Ahmet Arvasî der ki:
"Eskiden beri, ilim ve fikir adamları, " yaratılmışlar âlemini" , âdeta hiyerarşik bir sistem içinde, tasnif etmişlerdir. Onlara göre, dünyamızda bulunan varlıkları, " cemadât", " nebatât", " hayvanat" ve "beşeriyet" diye üstüste duran basamaklar hâlinde etüd etmek mümkündür. Yâni, mineraller ve cansızlar, en altta, onun üstünde bitkiler, onların üstünde bütün türleri ile hayvanlar ve en üstte de insanlar..."
Yeryüzündeki bu mahlûkların hepsi insanın hizmetindedirler. Peki; "En üstte insanlar" ise, bunlar, kendi mertebelerinin önemini idrâkten niçin âcizdirler?
Ve insan, niçin, bu nimetlerin kıymetini bilmekte nankörlük etmektedir? Bütün mes'ele buradadır!
İnsanoğlu, bugün, dünya târihi içindeki en çılgın devrini yaşamaktadır. Yâni, insan, insanlık târihi içinde, en vahşî hâlinde, en vahşî çağındadır.
Hemen hemen herkesin bildiği bir kıssa vardır."Peygamber efendimiz, bir gün, ashabıyla yürürken, bir köpek ölüsüne rastlarlar. Sahabelerden bâzıları:
- Bu leş ne kadar da pis kokuyor! derler.
Allah'ın Resûlü şöyle buyurur:
- Köpeğin ne güzel dişleri var!"
Bütün sıkıntımız; gördüklerimize, yaptıklarımıza, işittiklerimize ve hissettiklerimize, bu cepheden bakabilmektedir.
Kişi ve cemiyet olarak, cihânşümûl ilkeleri kendimize rehber edememiş olmamız, bizi her yerde mahcup etmektedir. Çok basit saydığımız 'insanî' bir davranış, o kadar fecî hâllerle karşılaşmamıza ve muhatap olmamıza sebep oluyor ki, bunun da, bir türlü idrâkinde olamıyoruz.
Esâsında, bizim estetiğimizin temelinde de, bu "güzel dişler"in sırrı yatmaktadır!..Ah, onu, bir anlayabilsek!..
Fikir üretmeye ve geliştirmeye gücümüz yok!..Var da, bu güç, başka yerlerde hebâ edilip tüketiliyor!.. Bir başka mes'elemiz de budur!..
Rehber aramaya da ihtiyacımız yoktur. Rehber ve rehberler hazırdır. Fakat ve ne çâre ki, "hazır"ı bile bulmaktan âciz bir cemiyette, haşîn ve gaddar bir dünyada yaşıyoruz!..
ÇAĞRI DERGİSİ, HAZİRAN 2017, SF. 4-5
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.