Fazlı Arabacı

Fazlı Arabacı

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE BİR KATKI: LAİKLİK TANIMI VE UYGULAMASINA DAİR BİR ÖNERİ -7-

Fransa'da lâik devlet dinî bir takım ihtiyaçları ihmal etmiyor. Liselerde, kolejlerde, Hastane ve Hapishanelerde[1] ve Orduda[2] ruhsal arınma için bir mekan(Aumônerie) ve din adamı(Aumônier) bulundurulmasına izin verip bizzat organize etmektedir. Devlet din otoriteleri ile ortaklaşa olarak farklı şekillerde söz konusu lise ve Kolejlerde, Millî Eğitim Müdürü ve Bölgenin dinî otoritesi ile belirledikleri din adamını velilerin ödediği ücretle; Hastanelerde Din yetkilisinin önerisi ile Hastane Baştabibi tarafından bir iş akdi ile görevlendirilip ücretleri halktan toplanarak; Hapishanelerde Adalet Bakanlığı ve yine Din otoritesinin müracaatı ile görevlendirilip, Cezaevlerinin dışarıdan görevli personeli kabul edilerek, devletin sigortasından faydalanıp götürü bir ücretle; Orduda üst düzeyde Katolik görevliler, Vatikan ve Savunma Bakanlığı ile ortaklaşa atanır. Orduda üç çeşit görevli vardır: Birincisi Savunma Bakanlığı tarafından atanıp Ordu disiplinine uyan ve bir ücret alan, ikincisi kontratlı olarak çalışan sivil din adamı ve nihayet Savunma Bakanlığınca görevlendirilen gönüllüler.

Bu uygulamalar gösteriyor ki Avrupa’da devletler din hürriyetini sağlamak için lâikliğe elastikiyet vermektedir. Diğer yandan din-devlet ayrılığı Kiliselerle ya da Vatikan'la yapılacak anlaşmalara mani olmamaktadır.

Görüldüğü gibi Avrupa ülkelerinde lâiklik evrensel olmayıp, ülkeden ülkeye uygulamaları farklılaşan göreceli bir kavramdır. Söz konusu ülkelerin her birinde lâiklik onların tarihî süreç, dînî ve toplumsal yapılarına göre şekillenmiştir. Oysa ülkemizde din devlet ilişkileri konusunda değişim süreci içinde tabandan gelen dînî ve toplumsal yapımıza uygun bir anlayış geliştirilemediğinden Batı(özellikle Fransa jakobenist yönüyle) örnek alınmış, bununla birlikte bu ülkenin lâiklik anlayışı bile uygulanamayıp, toplumun benimseyerek, özümseyerek kabullenebileceği bir yapı da ortaya çıkmadığından, gerek kavram yönünden, gerekse uygulama açısından kaos ve kargaşa devam etmektedir. İşte bu noktada hem etkili ve yetkili olanlarımızın hem de müslüman halkımızın sağ duyulu olup gerçeklere kulak vermesi, ifrat ve tefriti terk edip itidal noktasına gelmeleri ülkemiz ve milletimizin geleceği ve yücelmesi açısından çok önemlidir.

Bize göre problem iki noktada yoğunlaşmaktadır: Birincisi İslam'da lâiklik olmadığı düşüncesinden hareketle devletin bununla ilgili yaptığı tüm uygulamalara karşı çıkmak, ikincisi devletin ya da onun adına hareket ettiğini söyleyenlerin lâikliğe karşı gösterilen tepkilerin ortaya çıkardığı endişelerle dine, dînî kurumlara ve toplumun birer bireyi olarak dindarlara karşı belirleyici davranışlarındadır.

Başka bir deyişle Türkiye'de problem, lâikliği ideolojik olarak lâikçiliğe çevirip bunu bir devlet politikası haline getirerek Batılı anlamıyla dine tarafsız, ferdin dînî tercih ve yaşamına saygılı bir lâiklik anlayışına geçit verilmemesinden kaynaklanmaktadır. Oysa bu anlayış lâikliği bir ideoloji haline getirip bir nevi dine dönüştürmekte ve lâiklik, kendisine tâbî olunması gereken bir tabu hâline gelmektedir. Esas görevi devlet ve fertleri kendi hallerine bırakıp tabulardan kurtarmak olan bir anlayışın kendisi tabu olursa onunla nasıl din hürriyeti sağlanır? Bu durumda önce onu lâikleştirmek gerekmez mi?

Aslında Türkiye'de ne devletin yönetim şekli, ne dinin devlet bünyesinde yer alması konusunda İslâm açısından problem olmadığı gibi devlet açısından da problem olmadığı Cumhuriyetin başlangıcından beri ortadadır. Problem olarak önümüze gelen şey, devletin dine ne ölçüde yaklaşım içinde olacağını belirlemede doğan aksaklıklar ve buna karşılık din adına hak arayışına girenlerin uygunsuz söylemleridir.

Din adına hareket edenlerin bazıları dünyada değişen, yenilenen paradigma ve epistemolojilere göre olması gereken dönüşümü sağlayamadıklarından tarihsel süreç içerisinde oluşan geleneğin malumatlarıyla söylemlerini düzenlemekte ve maalesef çoğu defa tarih-dışı kalmaktadırlar. Bu durum, dini, mevcut tarihi oluşuma karşı bir konuma itmekte ve haliyle bilgi gücü olmadığından siyasete (siyaset te ona) yaslanmaktadır. Ülkemizde din-devlet, din siyaset ilişkilerini düzenleyen laikliğin bir temele oturtulamamasında hem laiklik hem din üzerine gerçekleştiremediğimiz, genişletip, derinleştiremediğimiz entelektüel yetersizliklerimiz vardır. Daha da kötüsü bunları tartışılamazların içine hapsetmişizdir. Toplum ve Devlet olarak geleceğimizin sağlam temeller üzerine kurulması ve geliştirilmesi, ister dini bağlamda isterse laiklik bağlamında olsun, geçmişi en iyi bir şekilde aydınlatmaya ve günümüzü anlamaya bağlıdır. Bunu yerine getirmekten kaçınmak günümüze kadar yuvarlanıp gelen ve gittikçe büyüyen sorunları daha da artıracaktır. Unutmayalım sorunlar tartıştıkça ve konuşuldukça çözüme kavuşur.


[1] 1905 kanununun 2. maddesine göre.

[2] 1 haziran 1964 ve 2 Ocak 1978ede çıkarılan yönergeyle. Detay için bkz., Jacques ROBERT, "La liberté religieuse et le regime des cultes"(Din Hürriyeti ve İbadet Yerleri Yönetimi), Paris, P.U.F., 1977, s. 137-159.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fazlı Arabacı Arşivi
SON YAZILAR