Anlat
Anlatmak istediğimiz öyle çok şey varki. Söylemek, kalemlerimizle yazmak, fotoğraflarımızla, resimlerimizle göstermek, müzik aletlerimizde sesleştirmek istediğimiz duygularımız, düşüncelerimiz öyle çok ki; bazen anlatmak başlı başına sancısıyla kanatı-yor, eğer anlatamazsanız istediğiniz gibi veya istediğiniz şekilde. Ya da anlattınız diyelim, karşınızda sizi dinleyen arkadaşınızın, sevgili-nizin, eşinizin, patronunuzun, annenizin sizi tam olarak anlayıp anlamadığını anlamanız için belli bir süre geçmesi gerekir ki bu süre en azından anlattığınız şeyin karşılığını göreceğiniz süre kadardır.
Anlatmanın en zor bölümü sanırım önce ne anlatmak istediğine karar verebilmektir. Yani önce anlatıcının kendine anlatması gerekir anlatacaklarını. Aslında en zoru da budur. Kendine söylemektir hislerini. Çünkü kendinle iletişimin için ne bir ressam gibi çizebilir, ne bir yazar gibi yazabilir ne de bir müzisyen gibi beste yapabilirsin kendine. Gerçi bu işlerden birini yapmayı iyi biliyorsan kendini de bir seyirci gibi seyredersin eserini bitirdikten sonra. Bu işleri iyi yapan insanlara ya da daha doğru ifadesiyle iyi yapmakla kalmayıp yapmadan duramayan, durursa bunalan, bunalırsa daha fazla üretmek isteyen insanlara sanatçı dediğimiz için yaptıkları işlere sanat diyor olabiliriz.
Bana göre sanatçı olmak arzu edilir, sanatçı olmak için çaba gösterilir birşey olmaktan çok o güne kadar biriktirdiği duyguları, birikimleri elde olmayan nedenlerin sonucu olarak dışarı vurma halidir ve sanırım bir sanatçıyı tersine zorlamak ona yapılabilecek en büyük eziyettir. Bu durumda sanatçı kişinin anlatmak istediklerini dışına çıkarırken ve hatta kendine anlatırken kullanacağı sanat çeşidi onun becerilerine, eğitimini aldığı veya iyi becerebildiği anlatma yöntemine bağlıdır. Resim, heykel, şiir, yazı, oyunculuk, müzik veya güncel sanat onun yöntemlerinden biri olabilir. Yine de sanatçı olmak en azından anlatma işine belli bir alışkanlığınız olduğu anlamına geliyor.
Sanatçı değilseniz ve anlatmak istediğiniz çok şey varsa işte sizin için asıl sıkıntı başlamış demektir. Bu durumda ya çok iyi becereme-seniz bile sizi değerlendirecek kimseleri fazla kafanıza takmadan şairliğe soyunabilir ya da şairlerden seçtiğiniz birilerini sizin adınıza konuşturursunuz. Bu durum özellikle şiir ve müzikte sanatçıların başına sanırım o kadar çok gelmiştir ki artık dinleyen yeni kulakların, söyleyen yeni dillerin insafına bırakmayı göze almışlardır eserlerini. Çünkü, iki sanat dalında da duygu yoğunluğu ve dinleyenin insafına göre yorumlanma olasılığı en fazladır. Şiir her okunuşunda size ihtiyacınız olan sözleri verebilir: Böylece sevgilinize onu ne kadar sevdiğinizi veya insanlara kendinizi ne kadar sevinçli, hüzünlü veya kafanızı karışık hissettiğinizi söyleyebilirsiniz bir başkasının yana yana getirdiği, dokunduğunda yürek tellerinizi titreten sözcüklerle.
Bu durumda sanatçıların elde olmayan nedenlerle bile olsa kamu hizmeti yaptıklarını bilmek, aslında kendilerinden menkul olmayan, hepimiz için olan değerlerini görmek, onlara destek olmak gibi toplumda hakettikleri pozis-yona gelmelerini sağlayamıyorsak bile en azından seslerini duyanların olduğunu bilmelerini sağlamak görevlerimiz arasındadır. Eğer kendimize seçtiğimiz, bizi ifade edebildiklerine inandığımız sanatçılarımız yoksa, ifade etme işi bize düşer ki, işin özünde aslında kendi işimizi elimize almış sayılırız.
Her şeyin hızlandığının zannedildiği, oysa dünyanın aşağı yukarı hala aynı hızla döndüğü bir çağda MSN, mektup, mail, telefon yoluyla veya yolu kısaltıp direkt karşınızdakine anlatırken anlatmak istediklerinizi aslında onun beyninde çakacak ışığa ne kadar uzak bir mesafede olduğunuzu bilemiyorsunuz. Bu yüzden bazen bütün gevezeler gibi anlatmak için çırpınıp durdukça karşınızdakinin kafasını daha da karıştırıyorsunuz. Çırpındıkça battığınız bir bataklıkta debeleniyorsunuz. Karşınızdakinin anlamadığını gördükçe sinirleniyorsunuz. Sinirlendikçe daha da karışıyor uçuşuyor sözcükler. Sözcüklere hakim olamıyoruz bazen. Bir de kitap, gazete gibi yazılı eserleri okuma oranımız, dizisini çekseler hemen seyredeceğimiz kitapların bazen yüzünü açmadığımız düşünülürse (gerçi bu yazıyı hala okuduğunuza göre sizi tenzih etmek gerekir ama biz demek genelde daha iyidir) neden kendimizi ifade etmekte zorlandığımızı anlamak çok kolaylaşır.
Çocuklarımıza okuma alışkanlığını, sanatla ilgilenme alışkanlığını gerçek birer alışkanlık haline getirmemiz gerekiyor. Aksi halde neden iletişim kuramadıklarını, neden duygularını, düşüncelerini bize anlatamadıklarını sorma hakkımız yoktur. Bir de gazete okurları arasında okuyucular zaman zaman köşe yazarları seçerler kendilerine (bu satırları yazan kendini köşe yazarı olarak görmüyor). Elbette birilerinin yazdıklarını beğenmek hakkımızdır ama, kim-senin bizim anlatma hakkımızı sözcükleriyle ele geçirmeye hakkı yoktur. Eğer anlatmak istiyorsak derdimizi kimsenin anlattıklarından alıntılamadan anlatmak en iyisidir. Bunun için de birikmek gerekir pek tabii ki...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.