Cam Kent

"Evet. Söylememiz gerekeni sonunda söyleyebilecek bir dil. Çünkü bizim sözcüklerimiz artık dünyaya uymuyor. Nesneler birer bütünken sözcüklerimizin onları ifade edebileceğinden emindik. Ama bu şeyler yavaş yavaş birbirinden koptu, parçalandı, karmaşa içinde yuvarlandı. Ancak sözcüklerimiz aynı kaldı. Onlar yeni gerçeğe uyum sağlamadılar. Bu yüzden ne zaman gördüğümüz şeylerden söz etmeye çalışsak yanlış konuşuruz, anlatmaya çalıştığımız şeyi çarpıtırız. Her şey birbirine karışmıştır. Ama sizin de anladığınız gibi sözcükler değişebilirler. Sorun, bunun nasıl ortaya konacağında. İşte ben şimdi bu yüzden mümkün olan en basit araçlarla çalışıyorum: öylesine basit ki bunlar, bir çocuk bile ne dediğimi anlayabilir. Bir şeye ait olan bir sözcük düşünün -örneğin şemsiye. Ben şemsiye dediğimde siz o nesneyi zihninizde görürsünüz. Bir tür sopadır gördüğünüz, üst kısmında katlanabilir metal çubuklar vardır, bunlar açıldığında sizi yağmurdan koruyacak su geçirmez bir malzeme için armatür oluştururlar. Bu son ayrıntı önemlidir. Şemsiye yalnızca bir nesne olmakla kalmaz. Bir işlevi olan bir nesnedir, başka bir deyişle insanın iradesini ifade eder. Durup düşünürseniz her nesnenin şemsiyeye benzediğini görürsünüz, çünkü hepsinin bir işlevi vardır. Kalem yazmaya yarar, ayakkabı giymeye, araba sürmeye. Şimdi sorum şu: Bir nesne, işlevini artık yerine getirmezse ne olur? Hala o nesne midir, yoksa başka bir şey mi olmuştur?"

Paul Auster adlı Amerikalı yazarın New York Üçlemesi adlı eserinin Cam Kent öyküsünde sözlerin sözcüklerinde kaybolmuş bir adamın söyledikleridir biraz da yukarıda yaptığım alıntı.

Auster post-modern bir yazardır. Yani modernizm sonrasını yazar. Hop n'oluyoruz ne zaman modernleştik de şimdi postunu sermiş üzerinde meyve sularımızı yudumluyoruz derseniz bu konuda oldukça geniş bir literatür olduğunu belirtmek isterim.

Dünyanın postunu yüzdüğümüz bir gerçek. Hiçbir şey artık eskisi gibi değil. Dünyanın postu sayılabilecek ormanları ekonomik faaliyetlerimiz için oldukça hızlı bir şekilde yüzüyoruz. Bu postu besleyen sularını asit yağmurlarına çeviriyoruz. Arap kızı kutuplarda hızla eriyip atmosfere karışmakta olan metan gazı eve dolmasın diye camını açmıyor.
Bayramlar tatil olduğundan turizm acentaları bayram tatillleri için, kredi kartınızın sizden çok geçen sözü hatırına sizlere unutamayacağınız sürprizler hazırlıyor. Borcunuz sürdüğü sürece unutmanız oldukça zorlaşıyor zaten.

Borçlanmak bugünkü gerçekliğimizi en iyi anlatan sözcük oluyor. Gelecekten yemek diye bir tanım olsa bu duruma çok uygun düşerdi sanırım. Hapur küpür yediğimiz günlerin daha yaşamadığımız en güzelleri olduğunu düşündükçe oburluğumuz daha da rahatsız edici oluyor.

Çocuklar şeker yedikçe artan mutluluklarının beyinlerinde gerçekleştiğini, ama karaciğerlerinin bu durumdan pek hoşnut kalmayabileceğini söylerken onlara, büyük obez çocuğun büyüyen midesinin yaşadığı hazımsızlık problemlerini ve gaz sancısını mahallenin bütün çocuklarının da yaşaması gerektiğini anlatıyoruz kendimize.

Fiber-optik kablolarda dolanan büyük obez çocuğa finans sermayesi adını takıyorlar. Sözcükler anlamlarını yitiriyor. Ekonomi deyince, birilerinin bir şeyler ürettiğini birilerinin de bir şeyler sattığını, başka birilerinin de bunları satın aldığını anlardık. Şimdi 10 sene sonrasının ticaretini yapıyoruz, ama olmayan şeylerin karşılığında olmayan şeyler satıyor sonunda da olmayan paraları borç veriyoruz. Olan; olmayan şeyleri  borç olarak alıp geleceğini ipotek(morgıç)leyenlere oluyor.

Büyük obez çocuğun derdi boyunu aşmış. Başkasının dertleriyle uğraşacak zamanı yok. Zaten herkes kendi derdine yansın diye öğrendiğimizden oturup kendi kendimize yanıyoruz.

Oysa dertler paylaşıldıkça azalır, acılar unutulmasa da hafifler diyenlerin çocuklarıyız hepimiz. Ellerini öperken utanmayacağımız büyüklerimiz var hepimizin.

Sözler artık pek kimsenin itibar etmediği şeyler haline geldi. Gerçi bizde hep söylenirdi, "Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz" diye. İş işlemek de bir çeşit söylemektir aslında. Herkes ağzıyla söylemez sadece. Sözlerin anlamlarını anlamak için onların yaşayan organları, sözcüklere otopsi yapmak gerekiyor belki de. Sözcüklerle anlaşıyoruz, ama bizim anlatmak istediklerimizle karşımızdakinin anladıkları arasındaki uçurumun gün geçtikçe büyümesine engel olamıyoruz. Kendi kendimize Auster'ın kilitli odasında gibiyiz. Fakat anahtarları saklayan da kendimiziz ve nedense yerini asla söylemiyoruz kendimize.

Bugünlerde bütün dünyayı kesinlikle sarsacağı söylenen krizi anlamak için de krizciklere bakmak gerekiyor gibi görünüyor. O krizcikler de, evlerde, odalarda, ailelerde, borçları ödeyemezken, tartışırken, boşanırken, ağlarken, bunalırken, çaresizken yaşanıyor en çok. O krizcikler, çok sahici ama nedense krizcikler değilde New York'taki krize saplanan düşüncelerimizi kurtaramıyoruz saplandıkları yerden.

New York dünyanın merkezi gibi görünüyor. Auster'ın Stillman'ı (duranadam) da aynı şeyi söylüyor biraz farklı bir dille de olsa: "Benim işim çok basit. New York'a gelme nedenim burasının en bahtsız en alçak yer olması. Her yerde bir mahvolmuşluk var; düzensizlik evrensel boyutta. Görmek için gözünüzü açıp bakmanız yeter. Mahvolmuş insanlar, mahvolmuş şeyler, mahvolmuş düşünceler. Bütün kent bir çöp yığını. Benim amacıma harika uyuyor. Sokaklar benim için sonsuz bir malzeme kaynağı, parçalanmış şeyleri bulabileceğim bitmek bilmez bir depo....."

Bay Stillman, detayları çok incelikle araştıran bir adam olarak dedektif titizliğinde çalışırken neler buldu ya da yaşadı? Öğrenmek için okumak gerekir.

Sözcükler ve karşıladıkları ya da artık karşılayamadıkları anlamlar konusu üzerinde epey kafa yorulabilecek bir konu, ama krizciğin de krizciği bir konu olduğu için kısaca değinerek geçmek yeterli olur sanırım.

Değişen şeylere yeni isimler vermek önemli bir konu olsa da daha da önemlisi; değişmeyen ya da hala varolduğu hala adını kaybeden şeylere ne yapacağız. Kullandığımız sözcüklerin sayısı günden güne azalıyor. Kullanmadıkça unutuyoruz onları. Yerlerine başkalarını görevlendiriyoruz fakat "el elin eşeğini türkü söyleyerek arar" diye boşuna dememişler, hiçbir kavram diğerinin işlevini tam olarak üstlenmiyor.

İletişim çağında olduğumuzu söylediklerinde ne demek istediklerini anlamamıştım şimdi daha iyi anlıyorum. Borsalar arası iletişim oldukça hızlı yürüyor.
Bilgi çağını da anlamamıştım, ama şimdi daha iyi anlıyorum çünkü bilgi değil malumatmış bahsedilen. Bilgi kelimesinin ingilizcede iki karşılığı bulunuyor: Birincisi 'knowledge'(entellektüel bilgi diyelim), diğeri 'information'(malumat diyelim). Malumunuz, gelecek konusunda malumatınız ne kadar iyiyse o oranda karlı anlaşmalar yapıyorsunuz.
Acaba böyle anlamamız gereken kaç sözcük var diye düşünüyorum. Daha epey fırın ekmek yemem lazım olduğuna karar verip haftada iki değil bir kere ancak yazabileceğimi hissediyorum.

Kainat güzeli seçilemeyeceğimi biliyorum, ama yine de, bütün çocukların güldüğü, "şeker de yiyebildikleri" şeker gibi bir Ramazan Bayramı geçirmemizi diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cihan Şimşek Arşivi
SON YAZILAR