Aslında kimse istememişti ...

Aslında kimse istememişti böyle olmasını belki de

Ama oldu işte.İstemek ya da istememek içimizde yanıp sönen anlık hisler olarak algılandığı sürece de kimin ne istediği değil aslında ne olduğu konuşulmaya devam edecek.

Doğmak isteyip istemediğimi hatırlamıyorum fakat hemen ölmek istemiyorum.Oysa hiçbir önemi yok benim ne istediğimin. Doğdum ve hepiniz gibi öleceğim.Belki hepimiz farklı şekillerde öleceğiz tabii, ama öleceğiz nihayetinde.Üstelik, muhtemelen, ölümümüz dünyanın sonu olmayacak.Dönmeye devam edecek acılarıyla, sevinçleriyle. Bizden sonra da gülecekler bizden sonra da ağlayacaklar başka başka sebeplerle.

Nasreddin Hoca'ya atfedilen fıkralardandı sanırım: "Ben ölürsem küçük kıyamet" demesi."Benden sonrası tufan" diyerek yaşayanlar var. Yani kimin umurunda!demek istiyorlar.

Dünyada geçici birer konuk olduğumuzu unutuyoruz sanırım bazen. Yaşamaya o kadar kaptırıyoruz ki kendimizi. Yaşamaktan keyif almak değil yalnız bu kaptırma. Günlük koşuşturmacalar, monoton zannettiğimiz hayatımız aslında kendimizi kaptırdığımız yaşamımız. Oysa daha görmediğimiz ne güzel yerleri vardır şu güzelim gezegenin kimbilir. Mars hakkındaki haberlere bile öyle kaptırıyoruz ki kendimizi; zannedersiniz yakında taşınacağız da bir ön bilgi almaya çalışıyoruz. Şu an elimizde (ya da altımızda) olandan başka dünya yok halbuki. En azından yakınlarda yok. Ve biz kendimizi kaptırmışken yaşamaya öyle açız ki; tüketerek varlığımızı hissetmeye çalışıyoruz. Bize varolduğumuzu hissettirecek şeyler arıyoruz zaman zaman büyük alışveriş merkezlerinde.  İstesek de istemesek de varız aslında ve istesek de istemesek de varlığımız diğer varlıklara dokunuyor. Varolan herşey birbirine dokunuyor aslında. Dokunduğumuz herşey, herkes değişiyor. Biz onları değiştirmek istediğimiz için değil sadece dokunduğumuz için değişiyor. Varolmamaya karar versek nasıl olur? Varlığımızın ne gibi değişiklere yol açtığını bilmiyoruz ki yokluğumuzun bilelim. Belki de olmadığımız için güzel bir çiçek açmayacak. Ve bu yine bizim yüzümüzden olacak. Olmayışımızın yüzünden yani.

Ne istediğimizden çok ne yaptığımız etkiliyor hayatı. Büyüklerimizin dediği gibi olduğumuz gibi görünmek daha da zor. Olduğumuz kişiden çok, olma olaslığımız olan kişilere kafa yoruyoruz çünkü. Kendimizi ne kadar az tanıdığımızı anlıyoruz, kendimizin bile şaşırdığı şeyler yapabildiğimizde.

Düşünmemeye çalışmak sanırım en büyük zayıflığımız olacak. Eriyen buzları, yok olan ormanları, yok olan sevgileri, yok olan dostlukları, azalan iyi insanları düşünmemeyi biraz daha uzun başarabilirsek büsbütün kurtulacağız galiba bu düşünmek illetinden. Düşünmek rahatsız edicidir zaman zaman. Rahatsız olan insan keşfetmemiş midir telefonu? Rahatsız olmuştur sevdiklerine ulaşamamaktan belki de. Mikroplardan rahatsız olan insanlık değil midir? Penisilini keşfeden.

Amerika'yı keşfedenler de (gerçi orada, İspanyollardan epey öncedir yaşayanlar vardır ama şöyle diyenler de olabilir: 'yaşadıkları yeri keşfedemeyecek kadar geri kalmışlardır uygarlık yarışında')  uzun deniz yolculuklarından, ticaretin uzun yolculuklar sonunda yapılabilmesinden rahatsız olanlar değil midir?

Rahatsızlıktır belki de keşiflere yol açan.

Bugün çok tüketen insanların sayısı azdır yine de fakat çok tüketen bir toplumun insanı az tüketene göre elli kat fazla tükettiğine göre bu azlık hayra alamet sayılmalıdır belki de.
Şimdi büyük obez çocuğun gölgesi büyük bankaların kapılarında geziniyor ve rahatsız ediyor herkesi. Bu rahatsızlık da yeni keşiflere yol açar mı bilinmez. "Off shore"(kıyı) bankacılığından daha iyi bir keşif olmasını umuyoruz.

İstediklerimiz öyle çok ama uğrunda çabaladığımız o kadar az ki. Aslında çabalamayı bırakın, daha ne için çabalayacağımızı dahi bidiğimizden emin değilim.
Çok belirsizliklerle dolu bir yazı olarak gidiyor değil mi? Suyun üstünden akar gibi akıyoruz aslında. Hayat ırmağının sonunda ıslanmadan çıkarsak, bu bir başarı sayılacak mı acaba?

Belirsizliklerle dolu bir hayatı yaşamayı kimse istemese de, belirsizliktir aslında çağımızın en rahatsız edicisi. Belirsizliklerden kurtulmak için gittikçe daha iyi komplo teorilerine inanır olmuş bütün dünya. Oysa ruhumuzdaki kirlenmenin izleridir aynadaki karaltının sebebi. Varolan herşeyi birbirinden ayıran ve onları ayrı ayrı şeyler yapan aklımız aslında ortak bir aklın yansımalarıysa sadece, ayrılığımızda geçici bir durum olamaz mı? Vuslata erdiğinde bir olacak bedenlerimiz de değildir üstelik yalnızca. Çiçekler, böcekler, ağaçlar, atlar, dağlar, taşlar hep birlikte dönüyoruz aslında.

Baş ağrısı çekenler bilir. Berbat bir illettir. Kendinizi hiç bir şeye veremezsiniz.Varlığını sürekli anımsatan, rahatsız edici, sebebi belirsiz bir sıkışma hissidir. Ağrı kesiciler iyi gelebilir ama belirsizliği giderecek olan ağrı kesiciler değildir. Belki de arkanızdaki açık camı kapatmanız yetecektir ağrılarınızın dinmesine. Birazcık sıcaklıktadır belki de derman.

Birbirimize karşı göstermediğimiz sıcaklıktır belki de trafikteki hırsımızın, dünyanın çevremizde dönüyor olduğunu sanmamızın sebebi. Sıradan bir sürücüyü bir canavara döndüren de bu sıcaklığın eksikliğidir belki de. Sıcak bir gülümsemenin açacağı kapıları unutmamızdandır belki de paranın her kapıyı açacağını düşünmemiz. Selülozdan yapılan kağıtların karşılğında gülümseyen suratlara kim inanıyor ki artık. Korkudan gülümseyen insanlar görmeye ne zaman alıştık hatırlamıyorum ama çok çok zaman önceydi sanki.

Bu kadar rahatsız ediciliğin yol açma ihtimali olan keşifler ve yol açtığı belirsizliklerin öznesi sıradan insan. Sıradanlığının sebebi kendisine çok rastlanıyor olması mıdır? Yoksa sıradan olduğunu asla kabul etmeyen doyumsuz egosu mu? Sıradan, yani bu uzun ince yolda sırada bekleyen sıradan herhangi bir kişidir belki de ortak aklımızın bunaltısının çaresi. Tek tek insanlardır çünkü hayatı değiştiren büyük keşifler yapan. Bilim tarihine bakmak ve penisilinin, telefonun, bilgisayarın, neleri değiştirdiğini düşünmek yeter aslında bunu düşünmek için. Düşünmek denilen illetten kurtulamayacağız anlaşılan.

Sevdiğim bir fıkrayı anlatarak bitirmek istiyorum bu belirsiz yazıyı. Ne kadar sürçi lisan ettim bilemiyorum ama umarım okumaya değer görenler de bir rahatsızlığa da ben sebep olmamışımdır dermanı olmayan. Gerçi dermansız dert olmaz derler. Çünkü genellikle derdin kendidir derman.

Nerelerde yaşadığını bilemediğim bir adam bir gün o kadar çok yalvarmış o kadar çok dua etmiş ki duaları kabul olmuş. Öbür tarafı görmek istermiş adam. Cenneti ve Cehennemi görmesine izin verilmiş.Yanına bir melek gelmiş ve Cehennemin yolunu tutmuşlar. Kocaman bir kapıyı açmışlar ki dışarıya pis kokular saçılmış. Adamın midesi bulanmış ama meraklıymış tabii bütün insanevlatları gibi. İçeriye girdiklerinde ayaklarına pislikler bulaşmış, her yan pislik içindeymiş. Adam içeriyi dikkatle incelemiş. Uzun bir masanın iki yanında sıralanmış sıradan insanlar ellerinde uzun kaşıklarla yemek yemek istiyorlarmış.

O kadar uzunmuş ki kaşıklar; ne zaman önlerindeki çorba kasesinden almak isteseler üstlerine başlarına döküyorlarmış. Açlıktan ve pislikten oluşan kokunun içinde oturan insanların doldurduğu bu yerden koşarak çıkmış adam. 'Dur' demiş melek. Daha Cenneti göreceksin. Kocaman bir kapıyı açmış adam, burnuna uzanan lezzetli bir çorbanın kokusunu içine çekerek. İçeriyi incelemeye başlamış. Uzun bir masanın iki yanında sıralanmış sıradan insanlar, ellerinde uzun kaşıklarla yemek yiyorlarmış. Adam şaşmış bu işe ve merakla izlemiş olanları. Masadaki herkes karşısındakinin kasesinden aldığı çorbayı, karşısındakinin ağzına götürüp içiriyormuş O'na. İşte bütün fark buymuş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Cihan Şimşek Arşivi
SON YAZILAR