2009 Türkiye Ve Samsun (SU)Çevre Raporu!

Doğal yaşam için en temel ihtiyaçlardan biri olan suyun, artan nüfus ve plansız büyüme ile birlikte tükenmeye başlaması, kullanılabilir-içilebilir-temiz suya erişimde yaşanan sorunlar, su yoksunluğu ve yoksulluğu, suyun “ticari bir meta” olarak görülmeye başlamasıyla uluslararası su politikaları da biçim değiştirmektedir. 20. yüzyılda dünya nüfusu 4 kat artarken su ihtiyacının 9 kat artmış olması ve yine aynı dönemde endüstrinin kullandığı su miktarının 40 kat artmış olması su kıtlığını nüfus artışına bağlayan iddiaları ters düz etmektedir.
Dünya Su Kongresinden Dünya Su Forumu"na…
1994 yılında toplanan 8. Dünya Su Kongresi"nde kuruluş kararı alınan Dünya Su Konseyi bu sürecin en önemli aktörüdür. Dünya Su Konseyi 1997"den beri pek çok siyasetçi ve devlet başkanını Dünya Su Forumu toplantılarında bir araya getirmektedir.  Dolayısıyla Dünya Su Forumu"nu iyi analiz edebilmek için öncelikle Dünya Su Konseyi"nin yapısını ve kuruluşunu bilmek gerekmektedir. Dünya Su Konseyi kendisini çok paydaşlı uluslararası bir platform, bir şemsiye örgüt olarak tanımlamaktadır. Konsey, devletlerin çevre ve su konusundaki bakanlıklarını ve devlet kurumlarını, çokuluslu ve yerel su şirketlerini, Birleşmiş Milletlere bağlı çeşitli kuruluş ve programlarını, çeşitli uluslararası ve ulusal enstitü ve vakfı bir araya getiren bir yapıdadır. Dünya Su Konseyi"nin benzer ağlarla arasındaki sınırı belirlemek pek olanaklı değildir. Hiyerarşik tarzda örgütlenmeyen Konsey içinde 300"den fazla örgüt yer almaktadır. Konsey"in Türkiye"den de 40"a yakın üyesi vardır. Bu üyeler arasında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ), Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) gibi kamu örgütleri, vakıflar ve su alanında faaliyet gösteren inşaat şirketleri bulunmaktadır.. Ulusal ve yerel su yönetimi ile ilgili kamu kurumlarını, küresel yönetişim aktörleriyle bir araya getiren böyle oluşumlar, kamu kurumlarının niteliğini, politikasını, işlevlerini derinden etkileyen dönüşümlere neden olmaktadır. Dünya Bankası Başkan Yardımcısı İsmail Serageldin"in 1995 yılında söylediği, “Bu yüzyılın savaşları petrol için veriliyorsa, gelecek yüzyılın savaşları su için verilecektir.” sözleri birçok yerde alıntılanmıştır. Kullanılabilir su kaynaklarındaki azalma ve suya duyulan ihtiyacın giderek artacağına dikkat çeken bu sözler bugün olgusal olarak sağlıklı, temiz ve yeterli suya erişebilenlerle erişemeyenler arasında olduğu gibi devletler ve topluluklar arasında savaş nedeni olarak fiilen hayata geçmiştir. 1992 yılında Dublin"de düzenlenen Su ve Çevre Konferansı"ndan bu yana, su, küresel piyasa aktörleri tarafından ekonomik bir mal olarak tanımlanmakta ve üretiminden dağıtımına kadar suyla ilgili bütün sürecin piyasa mantığıyla yönetilmesi savunulmaktadır. Böylelikle su yönetimi siyasetin dışına itilmekte ve kamunun “etkin olmayan”, “israfa yol açan” verimsiz yönetiminin sona ereceği iddia edilmektedir. Oysa ki, 20. yüzyılda dünya nüfusu 4 kat artmasına rağmen su ihtiyacı 9 kat artmıştır. Bu arada sanayinin kullandığı su miktarı 40 kat artmıştır. Diğer taraftan artan çevre sorunlarına karşılık sürdürülebilir kalkınma stratejileri ve buna bağlı olarak geliştirilen “kullanan/kirleten öder” yaklaşımı ve ekonomik araçlarıyla su varlıkları korunamamış, aksine parası olana kirletme ve kullanma olanağı tanınmıştır. 1990"lı yıllar aynı zamanda küresel su şirketlerinin dünyanın pek çok bölgesinde daha önce bir kamu hizmeti olarak kabul edilmiş olan suyu özelleştirme için harekete geçtiği dönemdir. Afrika, Asya ve Latin Amerika"da pek çok hükümet bir yandan neo-liberal politikaların diğer yandan da küresel kurumların baskısı altında su hizmetlerini piyasaya açmıştır. Fransa gibi su hizmetini çok daha önceden piyasaya açmış olan bazı gelişmiş kapitalist ülkelerde yüksek kârlar elde eden ve giderek çok uluslu bir yapıya evrilen su şirketleri bu süreçte azgelişmiş ülkelere yönelmiştir. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Birleşmiş Milletler (BM) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi küresel politika belirleyici örgütler bu süreci desteklemiştir. 1995 yılında imzalanan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile su küresel çapta ticaret konusu kabul edilmiştir. Su üzerine bugüne kadar yürütülen küresel politikalar ve bu politikaların aktörleri tarafından düzenlen Dünya Su Konseyi"nin şemsiyesi altında, İstanbul"da, 16-22 Mart 2009 tarihlerinde düzenlenen “5. Dünya Su Forumu”nda, örneğin,  “suyun eşit paylaşımı konusuna öncelik verileceği” gibi politika ve söylemler bu nedenlerle inandırıcı değildir. “Farklılıkların Suda Yakınlaşması” temasıyla toplanan 5. Dünya Su Forumu"nun “farklılıkları derinleştiren” tavrı her alanda hissedilmiştir. Suyun ticarileştirilmesine karşı çıkanlar, Forumun açılış günü, 16 Mart 2009 Pazartesi günü taleplerini yineleyip Forum"da dile getirmek istediğinde “farklılıklar” polis şiddeti ile karşılaşmıştır. Forumun açılış töreninde “farklı” düşüncelerini açtıkları pankart ile dile getirmek isteyen Uluslararası Nehirler (International Rivers) aktivistleri sınır dışı edilmiştir. Foruma katılmak için 400 avro gibi Türkiye"de bir kişinin asgari aylık ücretine denk gelecek miktarda yüksek paralar ödeyenler de içerde VIP uygulamaları farklılıklarını bir kez daha derinden yaşamışlardır. Katılımcılara verilen ucuz yemekler nedeniyle gıda zehirlenmesi yaşayanlar da yine onlar olmuşlardır. Kısacası, temasının aksine 5. Dünya Su Forumu farklılıkların suda derinleşmesine bir kez daha aracılık etmiştir. 5. Dünya Su Forumu"nu diğer dört forumdan farklı yapan yanı ise karşıt ve alternatif etkinliklere çeşitli yollarla müdahale ve yönlendirme şeklindeki çabaları olmuştur. Dünya Su Forumu"na karşı düzenlenen etkinliklerde yer alan bazı “uluslararası” katılımcıların Forum"da da etkin görev alması gözlerden kaçmamış, aynı kişilerin 6. Dünya Su Forumu"nun Birleşmiş Milletler aracılığıyla yapılarak meşruiyet kazandırmak için yaptığı kulis faaliyetleri gözlenmiştir.
TÜSİAD Su Şirketlerinin Önünü Açıyor!
TÜSİAD tarafından Eylül 2008"de yayınlanan “Küresel Su Krizine Çözüm Arayışları: Şebeke Suyu Hizmetlerine Özel Sektör Katılımı: Dünya Örnekleri Işığında Türkiye İçin Öneriler” adını taşıyan Rapor büyük ölçüde bu konudaki uluslararası metinlerin çevirisine dayanan, Türkiye"nin su yönetimi konusundaki özgün sorunlarının araştırılmadığı, suda özelleştirme ya da özel sektör katılımının zorunlu olduğunu gösterebilmek için mevcut durumdaki sorunları göstermeye çalışırken bilindik özelleştirme argümanlarından pek öteye gidemeyen bir belgedir. Rapor"da doğal tekel ya da siyasi tekel niteliğini taşıyan bir hizmet olan suyun özelleştirilmesi için, tıpkı telekomünikasyon ya da enerji piyasası özelleştirmelerine benzer bir yol haritası çizilmektedir. Su yönetiminde klasik hizmet sunan bakanlık modelinin ve ona bağlı yatırımcı, hizmet sunan örgütlenme modellerinin terk edilmesi ve bu alanda üst kurullaşmaya gidilmesinin önerilmesi Rapor"un en çarpıcı noktalarından birisidir. Özerk üst kurul modeli örgütlenme, piyasayı düzenleyici denetleyici bir işlev görecek, su hizmetinin küresel şirketlere açılmasına yardımcı olacaktır. Rapor"da dikkati çeken bir başka nokta, su hizmetinin ekonomik mal olduğu önermesinin kabul edilerek, Rapor"un bütün savlarının bu önerme üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Seçilen ülkelerde su hizmetini piyasalaştırmada yaşanan yıkıcı sonuçlar bile bu önermeyi sorgulamak amacıyla değerlendirilmemiştir. Oysa raporun örnek olarak seçtiği Malezya, Filipinler, Bolivya, Türkiye"de özelleştirmelerin olumsuz sonuçları ortaya çıkmış, su kaynaklarının korunması bir yana, su parası olanın istediği gibi tasarruf ettiği bir metaya dönüşmüştür. Yoksul kesimlerin su hizmetinden dışlanmasına yol açan yüksek su tarifeleri önlenememiştir. 5. Dünya Su Forumu"na hazırlık amacıyla TÜSİAD tarafından yayınlanan rapor, hazırlıktan öte, önümüzdeki günlerde bizi bekleyen zorlukları da açıkça göstermektedir.
Su Haktır, Satılamaz !
Bu süreci ve küresel sermayenin yeni pazar arayışlarını görmek, suya erişimin temel bir hak olduğunun bilinci ile suyu piyasa değeri olan bir meta değil, insanlığın ve doğanın ortak varlığı olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Su sorununun sadece teknik değil doğrudan politik bir mesele olduğunun farkına varmak ve suyu toplumsal mücadele alanının odağına yerleştirmek öncelikli bir anlayış olmalıdır. Kapitalizmin su konusunda yarattığı yanılsamalar, ancak böyle bir toplumsal mücadele içinde ortadan kaldırılabilir. Dünya"da yaşamın devam edebilmesi için yeteri kadar su vardır. Su varlıklarımızı gerektiği gibi koruyabilirsek ve kamusal bir yaklaşımla yönetebilirsek herkese yeterli, temiz ve ücretsiz su temin etmek mümkündür.
Hükümet Kentlerimizde Su Hizmetlerini Ticarileştiriliyor
29 Mart yerel seçim gündeminin arifesine de denk gelen Dünya Su Günü"nde kentlerimizde özelleştirme ve ticarileştirilmeye teslim edilen su hizmetlerimizin durumu içler acısıdır. Bugün kentsel altyapı hizmetlerimiz birer birer uluslar arası pazara açılmaktadır. “Suyun eşit paylaşımı” için toplandığı iddia edilen Dünya Su Forumu"nun, su şirketlerinin ve kentlerimizin su hizmetlerini satılığa çıkaran hükümetin maskesi artık düşürülmelidir. Türkiye'de su hizmetlerinin karşılanmasında merkez ile taşra/yerel arasındaki işbölümü zaman zaman değişiklikler göstermiştir. Merkezi düzeyde; İller Bankası, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) eliyle, yerel düzeyde; Su ve Kanalizasyon İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Mahalli İdare Birlikleri tarafından kamusal bir hizmet olarak ele alınan su hizmeti, bugün özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya teslim edilerek ticarileştirilmiştir.

Türkiye'ye su sektörü alanında başta Avrupa Yatırım Bankası olmak üzere Dünya Bankası ve Alman Kredi Kuruluşu KfW (Kreditanstalt für wiederaufbau) tarafından dış finansman sağlanmıştır. Çokuluslu şirketler olarak ise Suez, Thames ve Serco konsorsiyumu su yatırımlarında yer almışlardır. Yatırımlar genellikle Yap İşlet Devret (YİD) modeli doğrultusunda sağlanmıştır.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR