"ŞU BOĞAZ HARBİ NEDİR?.."
Ankara'da yayınlanan Karınca Dergisi'nin Mart 2003 târihli sayısında yayınlanan "Şiirimizde Çanakkale Zaferi" başlıklı makaleme şu satırlarla başlayarak mes'elenin/hâdisenin önemine dikkat çekmeye çalışmıştım:
" Savaşlar, milletlerin hayatında, "varolma-yokolma" mücâdelesi bakımından en hassas "sosyal hâdiseler"dir. Bu sebeple; adına ne denirse densin, bu "sosyal hâdise"nin ifadesi olarak, ister istemez bir "savaş edebiyâtı" meydana gelmektedir. Bu edebiyât,sanılmasın ki, savaşı tasvip veya teşvik edici mâhiyettedir. Kat'iyyen!..
Bu edebiyât, öncesi ve sonrası da dâhil olmak üzere, bilhassa savaş ânındaki fiilî hâdiselerle p(i)sikolojileri , "ferdî ve millî" safhalarıyla ele alıp işlemesi bakımlarından çok ciddî tahlilleri, tespitleri, teşhisleri ve hâliyle muhakemeleri hissî ve hakîkî cepheleriyle ortaya bir edebî üslûp koyar. Aslında bu, vatan ve millet sevgisinin işâreti olan kahramanlık edebiyâtının yâni "hamâsî edebiyâtın" tâ kendisidir.
Bunun için, hiç şüphe yok ki, Çanakkale'de cereyân eden bir "ölüm-kalım" mücâdelesinin zaferle netîcelenişi, kendisine lâyık üstün bediî, fikrî, âhenkli ve heyecanlı şiirlerle kendini gösterecektir. Aksi takdirde,Millî Edebiyât akımının öncülerinden Mehmet Emin Yurdakul'un: "Şâirleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir." sözüne ihânet edilmiş olunurdu.
Dünya harp târihinin en çetin, en ihtişamlı, en şanlı ve şerefli müdafaalarından biri olan Çanakkale Muharebelerı, Türk milletinin kahramanlığına, vatanperverliğine ve cesâretine büyük ve mühim bir numûne teşkil eder.
251.300 şehit verdiğimiz bu savaşlarda (kara ve deniz), "İtilaf Devletleri " diye adlandırılan istilâcı, zulümcü, baskıcı, hâin emelli İngiltere ve Fransa 250.000 kişisini Çanakkale'nin derin sularına terkederek defolup gitmişlerdir..."
Başlık olarak aldığım "Şu Boğaz Harbi nedir?.." sorusu, İstiklâl Marşı şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy'un Safahat adlı eserinin Altıncı Kitabı olan Âsım'ın son kısmında bulunan ve birçok yerde Çanakkale Şehitlerine veya Çanakkale Destanı olarak anılan 84 mısrâlık muhteşem şiirinin başlangıç mısrâıdır.
Bu şiir, bence, Çanakkale Zaferi hakkında yazılmış olan şiirlerin en muhteşemlerinden, savaşı en canlı bir şekilde anlatanlarından ve en tesirlilerinden biri, hattâ birincisidir.
Bununla ilgili olarak, edebiyat târihçisi Ahmet Kabaklı şöyle der: "Âkif, bu şiiri, Çanakkale Savaşı'nı görmeden yazmıştır. Çanakkale'de o şanlı savunma olurken, şâirimiz Almanya'da ve Necit seyahatlerinde bulunuyordu. Zafer müjdesini, Necit'ten dönerken Kuşçuzâde Eşref Bey'den almıştı. Savaş alanını sonradan ziyâret etti. " (Bknz. Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Tarihi, Cilt: 3, İstanbul 1974, Sf. 145-146)
Târih, bizi, Avrupa ile, ilk defa, çatışma anlamında, Atilâ zamanında karşılaştırdı. O günden bu güne, bu hâl, alenî veya gizli devam etmektedir. Bu devamlılık, belli fâsılalarla, durur gibi görünmesine rağmen, -aldanmamamız gerekir ki- asla durmamış ve durmayacaktır. Sâdece Avrupalılarla mı? Hayır!.. Hıristiyan âleminde, bu maddeci iştah bulundukça ve Türklüğe ve Müslümanlığa karşı kin dinmeyince, bu, ilelebed sürecektir.
Mehmet Âkif'in şiire başladığı ilk iki mısrâ bile, mes'elenin vahametini anlatmaya kâfidir:
"Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, "
"Boğaz", bizim Boğaz'ımızdır...Ve O; bu "dünyada eşi" benzeri olmayan bir hücûma mâruz kalmıştır. Hâince, kalleşce, kindârca, acımasızca, alçakça vatanımıza girilmiştir... Peki, bu hücûmu kimler, hangi selâhiyetle yapmışlardır? Kimdir bu, "En kesif orduların dördü beşi"?..Yâni; şerefsizler, bir ordu ile, bile değil, "dördü beşi"yle toplanmışlar, anlaşmışlar, karara varmışlar ve hücûma geçmişlerdir...
Bir mâsûmun evine/vatanına girmek öyle kolay mıdır? Sabahtan akşama, akşamdan sabaha düşünülüp yapılacak bir fiil midir? Elbette ki, hayır!..
Demek ki, tasavvur, ortaklarca iyiden iyiye hesaplanmış ve p(i)lânlanmıştır. Bunda; hiçbir, insanî, demokratik , barışçı tavır asla mevzubahis değildir.
Zihinlere iyice yerleşsin diye tekrar edelim ki; Çanakkale önüne gelen zâlimler, her şeyi, inceden inceye hesaplayıp, p(i)lânlayıp, p(u)rogramlayıp, tertipleyip, saldırıya öyle geçmişlerdir!..
Hani, medenî'ydiler, hani dost'tular, hani insan sever /hümanist'tiler?
Mehmet Âkif; şiirinde, hârika bir savaş tasviri yapar. Savaşı âdeta yaşar. Kelimelerini, seçerken, "mekân, şahıs ve hâdiseleri", hem mükemmel, hem teferruatlı ve hem de zengin bir mânâ ile bize ulaştırır.
Avrupalıların, merhametsizliklerini, ihânetlerini, târihî kinlerini, menfaatçiliklerini, sömürgeci zihniyetlerini tek tek ortaya döker ve ezelden beri, Türk Milleti'ne duydukları husumetin/düşmanlığın, ne kadar bitip tükenmez olduğunu gösterir.
Âkif devamla, apaçık bir tasvirle, yaşananları şöyle anlatıyor:
"-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle "bu, bir Avrupalı"
Dedirtir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi...Mahşer mi, hakikat mahşer."
Âkif'in sözünü ettiği bu "akvâm-ı beşer" in öncülerinden biri olan İngiltere Başbakanı Loyd George'un 18 Kasım 1919'da İngiliz Avam Kamarası'nda söylediği şu sözler, başka bir milletin hakkına tecâvüzün ifadesi olarak, gerçekten de, ne kadar hayâsızca bir davranıştır.
Diyor ki: "Gemilerimiz Çanakkale'yi geçebilselerdi, harp iki sene kısalmış olurdu."
Peki, be alçaklar!.. Sizin, Çanakkale önünde işiniz ne idi, söyler misiniz? Hâlâ utanmıyor musunuz?
Kimin vatanından geçip, kimin yurduna saldıracaktınız?
Yine, Çanakkale Savaşları sırasında İngiltere Savaş Bakanı (daha sonra Başbakan) olan Sir Winston Churchill, kanlı ve şerefsiz vicdanıyla, Avam Kamarası'nda şöyle konuşuyordu: "Savaş hukukuna göre zehirli gaz kullanılmak yasaktır, biliyorum. Amma zehirli gazı insanlara karşı kullanmak yasaktır! Türkler, Müslüman'dır. Dolayısıyla da insan sayılmaz hiçbiri! Yâni, Türklere karşı rahatça zehirli gaz kullanabiliriz!"
Avrupalıların Türk'e bakışı, ortalama olarak budur!..
Yalnız şu var ki, Türk askeri, bu hâinlere, asla fırsat vermedi. Başta, Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı Paşa olmak üzere, Esat Paşa, Vehip Paşa, Kurmay Başkanı Salahaddin Adil Paşa, Yarbay Mustafa Kemal, Yarbay Sabri, Binbaşı Hakkı, Yüzbaşı Nazmi, Üsteğmen Mevsuf ile, harbiyeli, tıbbiyeli, askerî ve sivil liseli gençler, Kınalı Kuzular, Tokat'ın 1315 (1900)'lileri ve daha nice vatan evlâtları, hep, bu muharebenin zafere dönüşmesinde îmânlı göğüslerini siper etmekten çekinmemiş ve ekserisi de şehitlik mertebesiyle şeref bulmuşlardır.
Türk askeri, verdiği şanlı mücâdeleyle, onların bu kanlı emellerine "Dur!" dedi.
14 Mayıs 1915 târihinde cereyan eden ve "Bombasırtı Vak'ası" diye târihe geçen bir hâdiseyi, bizzat yaşayan Mustafa Kemal şöyle anlatıyor:
"Size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakak...Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen düşüyor, ikinciler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur'ân-ı Kerîm cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."
Son olarak, şiirden bir bölüm daha naklederek, yaşanan savaşın dehşetine hep birlikte şâhit olalım:
"Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani tâûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkiyle sefîl,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz.
(...)
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak."
Dünya târihinde, metrekareye altıbin merminin düştüğü bir başka harp var mıdır?
Bu da, acımasızlığın ve vahşetin derecesini göstermeye yeter de artar bile!..
İyi bilinmeli, tahlil edilmeli ve gelecek nesillerimize nakledilmelidir ki; Çanakkale Harbi ve Zaferi; Gelibolu'da, Conkbayırı'nda, Kanlı Sırt'ta, Ölüm Sırtı'nda, Bomba Sırtı'nda, Arıburnu'nda, Kabatepe'de, Zığındere'de, Kilitbahir'de...Ezineli Yahya Çavuşlar'ın, Mehmedoğlu Seyid Onbaşılar'ın, Yedi Mehmetler'in...kısacası, hepsi birbirinden kıymetli komutanlarıyla birlikte, Mehmetçiğin şanlı ve şerefli mücâdelesinin adıdır!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.