İyi ki varsın

Sen hiç öldün mü? Diye sorduğunda anlamsız gözlerle bakmıştım. Benden cevap alamayınca sorusunu gözlerimin içine bakarak tekrarlamıştı, “Sen hiç öldün mü?” Ne demek istediğini anlamadığım için bir şey demedim.

Cevap vermeyince cebinden sigarasını çıkartarak sırtını irice bir kayaya verdi. Ayaklarını uzatarak yerden bir ot kopardı. Otun sapını soydu, kürdan gibi dişlerinin arasına sokarak ufka baktı, “Ben her gün ölüyorum” dedi.

O gün ne demek istediğini anlamamıştım. Aradan uzun bir süre geçmişti. Bütün doğu kar altındaydı. Bitlis deresi adeta donmuştu. Soğuk ise üşütmüyor yakıyordu. Sıcak bir çay ile birlikte yine aynı soru geldi, “Sen hiç öldün mü?” Bu sefer cevap vermek istedim, “Hayır ölmedim” dedim. Bana manalı manalı bakarak, “Ölmeyi bilmeyenlerle işim olmaz” dedi.

Sinirim tepeme çıkmıştı, sertçe “Bana bilmece çözdürme” dedim. Cüzdanını çıkardı. 2 yaşındaki çocuğunun fotoğrafını gösterdi, “Toplam 6 kere gördüm desem inanır mısın?” diye sordu. Orda öylesine kala kaldım.

Sıcak çaydan bir yudum aldıktan sonra dolan gözlerle devam etti; “4 yıldır operasyonlardayım. Annem, eşim ve çocuğumu ancak izine gittiğimde görebiliyor, her ayrılışta bir daha dönemeyeceğim diyerek helalleşiyorum. İşte ben her gün ölüyorum”
 
Ve yıllar birbirini kovaladı. Çalan telefona baktığımda sesini tanımakta gecikmedim. Çocuğunu Dicle Üniversitesi"ne getirmişti. Bir akşam vaktiydi ve kıştı. Çay ocağında buluştuk. Gözleri gülüyordu. Astım olan çocuğunu Tunceli"den rutin kontrol için getirmiş, bir dost görmeden geriye dönmeyeyim demiş. Konuştuk, şakalaştık.

Hala ölüyor musun? Dediğimde, maziyi özler gibi baktı, “Artık yaşamak istiyorum. Çocuklarıma iyi bir gelecek hazırlamam lazım” dedi ve ayrıldık.

Buluşmamızın üzerinden henüz aylar geçmemiş, boz dağlar zemheriyi ağırlıyordu hala. Yine telefon çalmıştı, alo dediğimde, karşıdan hıçkırık dolu bir ses yükselmişti. Arayan ortak dostumuzdu ve onun öldüğünü söylüyordu. Hem de donarak. Eve dönerken karlı zeminde aracı yoldan çıkmış. Tarlaya uçtuğunda ayağı kırılmış. Yardım çığlıklarını duyan olmamış. Sabah bulmuşlar cesedini. Arabanın kapısı açık, sıkışan bacağını kurtarmak ister vaziyette.

Yıllarca beklediği ölüm ona, “Artık yaşamak istiyorum” dediği sırada gelmişti. Ölüm yine kendisini beklemeyeni seçmişti.

Üşüttüğüm için iki gündür evde hasta yatıyor, zor nefes alıyordum. Hanım alışveriş için dışarı çıktığında biraz evin içinde gezeyim dedim. Bir anda tansiyonum düştü, etraf kararmaya, kan damarlardan çekilmeye başladı. Yere yığılıverdim. Kalbime korku, aklıma ölüm geldi. Ölümle birlikte “Sen hiç öldün mü?” sorusu.

Ey geldiği zaman tüm emelleri yok eden, bütün arzuları tarumar eden ölüm. Biliyorum senden kaçılmaz. Er ya da geç gelirsin. Geldiğinde yok olan hayallere dalmış bulmaman için, tüm umutlarımı İnşallah"a bırakıyor ve diyorum ki, "Daha yapılacak çok iş var. Ölüm sonraki iş" diyen firavun nefsime inat, iyi ki varsın. 

"Ölmeden önce ölünüz" diyen Alemlerin Efendisi"ne hürmetle 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi
SON YAZILAR