Nasıl seveceğiz?
Son günlerde ülke gündemine, peş peşe yaşanan cinayet olayları damgasını vuruyor. En son Şanlıurfa'da, bir tıp fakültesi öğrencisi 4000 defa kısa mesaj çektiği ve 'arkadaşlık teklif ettiği' aynı okuldaki bir kız öğrenciyi öldürdü. Platonik bir aşkın, ulaştığı en son acı nokta. İnsan o kızın canına mı yanacak, ailesinin acısına mı yanacak, o gencin hayatını karartmasına mı yanacak bilemiyor. Buna benzer olay geçen eylül ayında da Samsun'da olmuştu. Atakum'da üniversite öğrencisi kız arkadaşını bıçaklayarak öldüren asker, olay sonrası 5 katlı bir inşaattan atlayarak intihar etmişti.
Nedense son zamanlarda hep ölçüleri kaçırır olduk. "Eşek" lafına sinirlenen kulüp basarak katliam yapıyor, iş isteği reddedilen silahına davranıyor, annesine kızan boğazını kesiyor; iç dünyadaki psikolojik sorunlar kan olup, oluk oluk akıyor. "Bülbül, kedinin gözünde bir yudumluk et. Çiçek, öküzün gözünde bir çiğnemlik ottur" demiş atalarımız. Acaba insanlık kimilerinin gözünde ne hale geldi ki, kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor.
Psikologlar ise bülbüle bir yudum et gibi bakan anlayışı, yaptıkları açıklamalarda sevgisizliğe bağlıyor. Ailelerin çocuklarıyla yakından ilgilenmesini istiyorlar. Psikologlar bunu söylüyor ama, acaba aileler sevgiyi biliyor mu? Sevmeyi ve sevgi vermeyi, sevgi verdirmesini biliyor mu? "Sevgi verin" diyen psikologlarımızın, sevginin nasıl verileceği konusunda bilimsel açıklamalarına ihtiyacımız var. Her kafadan farklı çıkan açıklamalara değil, en yüksek bilim adamlarının ortak bir açıklamasına...
Çok görmüşsünüzdür çevrenizde çocuklarını "Anneciğim anneciğim" diyerek sevenleri, yeğenlerine "Teyzeciğim teyzeciğim" diyenleri. Böyle diyenlere hep sormuşumdur, "Kendini mi seviyorsun çocuğu mu?" Ve hep gülerek cevap vermişlerdir, "Seviyorum ya işte" diyerek. Halbuki, sevgi verirken abartmamak, sevgiyi verdiğin kişiden sevgi istememek gerekir. Çünkü sevgi istenmeden verilir. Gereğinden fazla suyun çiçeği öldürdüğü gibi, abartılı sevginin de gençlerimizi körelttiğinin farkına varmak gerekir.
Yaşımız fazla değil ancak, çok hızlı bir değişim geçiren dünyada "Eskiden" diye söz eder hale geldik. Bizim zamanımızda "anneciğim, teyzeciğim" diyerek yapılan bir sevgi gösterisi yoktu. Annemiz babamız severdi, halamız teyzemiz de. Ancak abartıya kaçmazlardı ve bizde bir gün olsun "öff" demezdik. Şimdilerde ise sevgi gösterileriyle yetişenlerden olmadık hareketleri görür olduk.
Biz de sevdik, biz de aşık olduk. Ancak biz sevdiğimizin tırnağının incinmesini istemedik. Aşkımızı reddeden sevgiliye Orhan Gencebay sözleriyle, "Dilerim her arzun gerçek olsun, hayat bu, şansın hep açık olsun, dertler benim, hayat senin, mutluluk senin olsun" dedik. "Ola ki görür de rahatsız ve mutsuz olur" diye aynı sokaktan geçmedik, yollarda izlerde görmemezlikten geldik. Şimdi ise vakit ile birlikte kaide de değişti. Sevgi gösterileriyle yetişen, bir dediği 2 edilmeyen çocuklar istedikleri olmayınca asileşir, mutsuz oldukları zaman ise boğazlar keser oldu.
Toprak altındaki sevdiklerimizi, toprak üstündekilerden fazlalaştırmamak için sevgiyi öğrenmemiz gerekiyor. İstekler ile sevgiyi karıştırmamak, sevginin bölünmezliğinin farkına varmak, sevginin ilgi, saygı, sorumluluk ve bilgiyi de kapsadığını öğrenip öğretmemiz gerekiyor. Bunu da popülerlik amacının dışında toplum sağlığını düşünen bilim (ilim) adamlarının yardımıyla yapabiliriz. Türkiye'nin en büyük üniversitelerinden birisine sahip olan Samsun'da bilim adamlarımıza büyük iş düşüyor.