Sanat ve gerçek
Burada gerçekçi sanattan bahsetmek değil de sanatın gerçekle olan ilişkisinden söz açmak istiyorum.
Sanat tarihi, gerçekçi sanat yapıtlarını incelerken olduğu gibi elbette pek çok tür üzerinde durmuş, onları tasnif etmiş ve sınıflandırmıştır. Benim bahsetmek istediğim gerçekle olan ilişki ise, sanatın güzelden bahsetmesi ve güzeli yansıtması gerektiğini, ancak o zaman sanat olduğunu ifade eden düşünce akımlarının gerçekleşmesinin imkansızlığı üzerinedir.
Sanatçı dediğimiz insanların veyahut hayatının bir döneminde sanatçı olmuş insanların bunu bir meslek erbabı gibi zanaat şeklinde icra edemeyeceklerine ilişkin oldukça güçlü bir kanım var.
Bence müzik, şiir, resim, heykel veya başka bir sanat dalı sanatçının kendi seçtiği şeyler değildir. Hayat bir şekilde sanatçıya bunlardan birinin veya birkaçının sırrını verir. Sanatçı aldığı sırrı (gizli anlamında değil) en iyi şekilde icra etmek için elinden geleni yapabilir. Bu konuda oldukça profesyonel olabilir. Yani bir müzisyen, dünyadaki bütün bestelerin ölçülerini bilip bunları seslendirmek için gerekli enstrümanları çalmayı biliyor olabilir. Diğer bir değişle işinde oldukça mükemmel olabilir.
Bir yazar, engin bir bilgi dünyasına, kimsenin sahip olmadığı bir sözcük dağarcığına sahip olabilir. Bir ressam (Picasso) dünya meselelerine karşı oldukça duyarlı olabilir. Bir şair, aşk acısını kimsenin yaşamadığı kadar derinlerde yaşayabilir. Bütün bunlar, onları sanatçı yapar mı? Tabii ki hayır.
Duyarlı olmak, siyasi fikirlere sahip olmak, bilgi sahibi olmak, geniş bir sözcük dağarcığına sahip olmak; çok güzel resim yapmak, şiir yazmak, her türlü enstrümanı çalabilmek, bir insanı sanatçı yapmaz.
Sanatçı olmak, bir kimsenin arzu edip ulaşacağı bir nokta değildir. Yani gitmek istediğiniz bir şehir var... Biletinizi alır, saatinde garda olursunuz... Yolda başınıza talihsiz bir iş gelmezse o şehre varırsınız. Ama sanatçı olmak böyle birşey değildir.
Sanatçı olmak nedir? derseniz, doyurucu bir yanıtım olmadığından eksik bir tanımlama yapmak istemem. Hissettiklerimi söyleyebilirim ama; sanatçı mesela, o otobüsten yolda inip otobüsün resmini yapmaya başlayabilir ve siz o otobüste oturan biri olarak resme baksanız, belki aklınıza hiç gelmeyen bir şeyi, mesela, otobüsün aslında bir kürenin üzerinde başladığı noktaya doğru yol aldığını görürsünüz.
Sanatçı kendiyle (bakış açısı, fikirler, yaşama şekli, toplumsal hayatı, ruhu, bilinci) derdi olan bir insandır. Bu dert de elbetteki her insanevladının arzu edeceği bir şey olamaz. Özellikle hayatının amacı para kazanmak, süper yaşamak olan biri için bu hiç arzu edilir bir durum olamaz. O televizyonda bizi eğlendirerek reklamların izlenmesi için zaman dolduran biri olmayı seçebilir mesela.
Her zaman bu kadar uç iki örnek olmaz elbette. Sanatçı olmak, biraz da aşık olmak gibidir. Ne kimseye anlatılabilir, ne acısı artınca varlığı istenir ne de yokluğundaki cehennem azabı yaşanabilir. İşte sanat ve gerçek dediğim zaman kastettiğim sanat, bu çeşit bir sanatçının meydana getirdiği sanattır.
Şimdi şu adamı öveyim, şimdi şu konuda politik fikrimi ortaya koyayım diyerek çok güzel şiirler yazabilirsiniz, fakat yaptığınız şeyi ben çok beğensem de sanat olamaz. Sanatçı, içinde yaşadığı sosyal ortamı eleştirebilir. Bunu politik bir yazıyla kaleme alıp düşüncelerini çok güzel ifade de edebilir. Bu yazı sanat sayılır mı? Aynı şeyi bir romanın içine yedirerek, roman yazma aritmetiğiyle yapsa , bu sanat sayılır mı?
Ben, kendi adıma işini iyi yapan iki iyi müzisyenden hangisinin sanatçı olduğunu anlayamam. İkisinin yaptığı işleri de beğenebilirim veya ikisi de beni iğrendirebilir. Yine de onlar sanatçı mıdır? Yaptıkları iş sanat mıdır? Bunu ayıramam. Ayırabilenler muhakkak vardır, ama ben henüz yöntemini çözemedim. Belki kişinin hayatını bilmek ve eserine bakmak bir yöntem olabilir.
Yaptığı çizimler ve yazdığı şiirlerle, hayatını da az çok bildiğimiz bir şair olan William Blake, terimin bilimsel anlamında; gerçekçi bir sanatçı değildir. Fakat içinde yaşadığı hayat gerçektir. Okuma yazma bilmeyen karısına bunları öğretip bahçede çıplak bir şekilde John Milton'ın "Kayıp Cennet" ini okuyan bir adamdır.
O'nu veya hayatını, görüşlerini sevmekle sevmemek, yaptığı işi elbetteki değiştirmez. Bize bir tarihi anlatır. Bunu (bence) bir sanatçı olarak yapar. Anlattığı 18. yüzyılda gelişen bir sanayi toplumu olma yolunda, farklı ülkelerin herhalde "hediye" ettiği hammadeler sayesinde fabrikalarını çalıştıran ve 6-7 yaşında çocukları bellerinden iplerle bacaların içine sarkıtıp temizlik yaptıran İngiltere'nin hikayesidir.
"Masumiyet ve Tecrübe" Blake için iki önemli kavramdır. Çocukların zaman içerisinde nasıl daha tecrübeli olup masumiyetlerini kaybettiklerini anlatır biraz da. Bu yüzden "Baca Temizleyicisi" adında iki şiiri vadır. Ve küçük alıntılarla biz de sanat mıdır değil midir? soruları bir kenarda, gerçekleri anlatan Blake'den bir iki satır okuyup kısa bir süre için otobüsten inebiliriz diye düşünüyorum.
Baca Temizleyicisi (Masumiyet)
Dilim Zor ağlıyordu 'ınga,ınga,ınga /
Annem ben çok küçükken ölüp /
babam beni sattığında /
Ve böylece temizlerim bacalarınızı ve yatarım isin içinde.....
ve o çok sessizken, gecenin karanlığında /
Tom uyurken öyle bir şey gördü ki! /
Binlerce temizleyici, Dick Joe, Ned ve Jack /
hepsi kapkara tabutlara kilitlenmişlerdi;
Ve bir melek geldi parlak bir anahtarla /
Bütün tabutları açtı ve hepsini özgür bıraktı.....
ve bir ırmakta yıkanıp güneşte parladılar.....
Ve tom uyandı; ve biz kalktık karanlıkta /
ve aldık çantalarımızı ve fırçalarımızı iş için /
sabah soğuktu ama Tom mutlu ve sıcak; /
Böyle, hepsi görevlerini yaparsa,
zarar görmekten korkmalarına gerek yoktu.
Baca Temizleyicisi (Tecrübe)
karların arasında siyah küçük şey /
ağlıyor kederin notalarıyla! /
Söyle? annen baban neredeler? /
İkisi de dua etmeye kiliseye gittiler....
ve mutlu olduğum dans ettiğim
ve şarkı söylediğim için /
bana zarar vermediklerini düşündüler /
ve sefaletimizden cennet yapan /
Tanrı'ya ve Rahibine
ve Kralına şükretmeye gittiler."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.