İttihatçılık ve Devlet
Abdülhamid II devrinde hürriyet kavgası veren ve bu yolda Osmanlı ile görülecek hesabı bulunan yerli yabancı herkesle işbirliği yapan İttihatçılar, 1908 ve 1909 yıllarında iki hareketle Meşrutiyeti ilan etmeyi başarmışlar ve gerçekten partileri, dernekleri ve özgür basını ile Osmanlı Devleti tam bir yasaksız demokrasiye yaklaşmıştı. Ancak İttihatçılar rejime tam hâkim olmadıklarından dolayı suikastlarla, darbelerle ve sair metotlarla iktidara yaklaşmaya çalışıyorlardı. Bu dönemde subaylar gırtlağına kadar siyasetle ilgileniyor, şurada burada darbe veya birilerine suikast hazırlıkları ile meşgul oluyorlardı. Trablusgarp"tan binbaşı M. Kemal (Atatürk), yazdığı bir mektupta askerin siyasetle iştigalini men ettiği için bu darbeci subay ve Jöntürk takımının kendisini idama mahkûm ettiklerini, askerin politikaya bulaşması yüzünden kurtarmak istedikleri Osmanlı Devleti"nin vaktinden önce yıkılacağını, esir, sefil ve perişan olacağımızı bildirmişti. (Bugünün Atatürkçüleri bu bilgiyi yok farz ediyorlar!) T. Zafer Tunaya"nın tesbitlerine göre İkinci Meşrutiyet Dönemi"nde 44 adet parti ve dernek yasaksız olarak faaliyetini sürdürüyor ve onların çizgisinde basın yayın büyük bir özgürlükle faaliyetlerini devam ettiriyordu. 1913 Darbesiyle İttihatçılar tam iktidara gelebilmek için rakiplerinin kimini öldürmüşler, kimini yıldırmış ve korkutmuşlardı. Böylece tam iktidar olup, vaktiyle Abdülhamid"e karşı müdafaa ettikleri hürriyeti ve partileri yok etmişler; diğer bir söyleyişle 44 kadar parti ve derneğin içinde İttihatçı olmayanların tamamına yakını kapatılmış ve tam bir diktatörlük rejimi kurulmuştu. Bahsettiğimiz 19091913 dönemi tarihimizde tam ve yasaksız demokrasi sayılabilecek tek dönemdir. 1920"den 1923"e kadar geçen I. Meclis dönemindeki 1. ve 2. gruplar da birer parti gibi sayılmakta ve bu devir de kısmi bir demokrasi dönemi olarak araştırıcılar tarafından kabul görmektedir.
Ancak Cumhuriyetin de ilan edildiği 2. meclis döneminde 2. grup tasfiye edilmiş ve tarihimizde CHP"nin tek parti olarak ve onun çizgisindeki Halk Evleri"nin de tek dernek olarak kaldığı bir döneme girilmiştir. Hatta gazeteler de aynı şekilde kapatılmış ve tek parti ideolojisine hizmet etmeyenler kapatılmıştır. Öyle ki Zonguldak"ta grizu facialarını yazan gazeteler bile kapanmaktan kurtulamamıştı. Bu tek partili ve tek dernekli dönem ikinci dünya harbinin sonuna kadar sürmüş ve Sovyet tehditleri karşısında artık bağlantısız ve tarafsızlık politikasını sürdüremeyeceğini anlayan İ. İnönü, çok partili hayatı desteklemeye başlamış ve bu ortamda Demokrat Parti"nin kurulmasını desteklemişti.
İnönü"nün bu desteğine rağmen, DP"yi kurduran iç ve dış politik şartlardan habersiz olan CHP kadroları Demokratları iyi karşılamamış, daha önceki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası"na yaptıkları gibi düzme bahanelerle Demokrat Parti"yi de kapattırmak istemişlerdi. Tabiatıyla kapatırlarsa dünyada nasıl yalnızlığa düşüleceğinden habersizdiler. Elimizdeki bir belgeden bazı bilgileri Türkiye"de ilk defa okurlarımızla paylaşıyoruz. Demokrasi Tarihimizin çok manidar bir gerçeği olarak değerlendirilmelidir.
Belge 17. 9. 1949 tarihli ve CHP Üsküdar- Salacak Semt Ocağı Başkanı Orhan Ilgın imzalıdır: Devleti, Milleti ve binnetice Yüce Partiyi yarının felaketlerinden uzak bulundurmak için muhalefet partilerine karşı mutlak ve sağlam varlıklara ihtiyacımız olduğunu his ediyor ve bu varlıkları ihtirasla kendimize bend etmenin lüzumuna inanıyoruz. Sağlam, devamlı ve mutlak olanı taleb ediyor, sarsılabilen ve karışık olan şeylere karşı müsamahalı davranmayı lüzumsuz bir hareket olarak düşünüyoruz.
Bu günün başıboş hareketlerini hoş görmüyor, iyiyi değilse bile, hiç olmazsa tahammül edilebilen ve vasat bir duruma götüren, arabulucu bir şeklin ikamesinin dahi lüzumsuzluğuna kail bulunuyoruz.
Kanunlarımızı haksız bulduklarından bahisle memlekete isyan tohumları atan muhalifler bünyelerinde kuvvet mevcut olan o kanunlara itaat ettirilmelidirler. Kuvvetin mevcudiyetini hatırlamayan bu efendilere kudret ve kuvvetimizin gösterilmesi zamanı gelmiştir. Unutmamalıdır ki kuvvet kürrei arzda yalnız hakiki hukuk değil, meşru hukuktur da. Kanunlar aklıselim veya bir araya gelerek telif -i beyn(beyan?) etmiş şahısların armonisi değil, zaman ve mekâna bağlı olan devlet ve memleket menfaatinin kuvvetli bir koruyan unsurudur ki, memleketinin bekasını isteyenler buna itaate mecburdurlar. Bazı kanunlar hakikaten haklı olmaya bilirler, fakat bu haksızlık memleketin menafii umumiyesi icabı ise haklı sayılmalı ve onlara itaat edilmelidir. İcab ederse kuvvetin eli altında bulunmayan başka bir hakkın mevcut bulunmayacağı kendilerine anlatılmalıdır. Lüzumu halinde cebredilmelidirler.
Onlar bilmelidirler ki karar verme hakkı kuvvetlinin, yani iktidarın elindedir ve bu daha pratiktir. İktidar haklı ve kuvvetli olduğu ve başlı başına bir kuvvet teşkil ediğinden dolayı ona hörmet ve itaat elzemdir.
Muhalefet öğrenmelidir ki memleketin idarecisi Halk Partisi"dir. Her siyasi teşekkül kendine mahsus sahada çalışmalı ve hududu geçmeye teşebbüs etmemelidir. Aksi halde bizim gibi küçük devletlerde bu bir felaket olur ki tarihi hayatın akışı göz önündedir.
(DEVAMI HAFTAYA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.