Devlet,siyasi kültür ve ekonomi

Türkler tarih boyunca büyük imparatorluklar kurmuş ve hâlâ bunun etkisinde yaşamaktadırlar. İmparatorluk kurmak gayet zor olduğu için bu işi dünyada başarabilenler gayet azdır. Türkler, Romalı Latinler, İranlılar, Çinliler, Araplar, Moğollar, İngilizler vb. Topu topu birkaç isim daha ilave ile bu sayı ancak on küsur rakamlara ulaşır. Bunların içinde de üçü birinci sınıf imparatorluk kurucularıdır: Türkler, Romalılar ve İngilizler.
 Ancak plağın bir de öbür yüzü vardır ki, bizde ve dünyada tarihçiler tarafından iyi incelenmemiştir. İmparatorlukların tasfiye sürecinin mahiyeti imparatorluk sonrası dönemlere bazı miraslar bırakır. Bu süreç iyi yönetilememişse, imparatorluk varisi esas devlet –ki burada Türkiye oluyor- ciddi sorunlarla karşılaşıyor. İmparatorluktan milli devlete geçiş süreci iyi yönetilmişse söz konusu millete ciddi avantajlar sağladığı gibi, kötü yönetilen veya yönetilemeyen tasfiye süreci berbat bir mirası kucağınıza miras bırakır.
 İyi yönetilen mirasa Abbasi ve İngiliz İmparatorlukları örnek gösterilebilir. Böylelerinin yıkılışı sonrasında esas unsurla diğer halklar arasında iyi ilişkiler sürüp gider. Britanya Uluslar Topluluğu gibi. En azından imparatorlukçu millete bırakılan sorun ve külfetten daha fazla nimet bırakır. Yani esas millet imparatorluğunun tasfiyesinden sonra dış politikada düşmanlar değil karşısında dostlar bulur.
 Kötü yönetilen sürecin bir diğer etkisi, siyasi ve ekonomik kültüre yansır. İmparatorluğunu kaybetmek basit bir muharebe kaybetmekle olmaz. Peş peşe bozgunlar, kaybedilen ülkeler, kayıp topraklarda bırakılan nüfusa galip tarafların baskı ve soykırımları… Anayurda doğru göçler, göçmenlerin iskânında yaşanan olumsuzluklar… Bu süreçte doğan etnik ve dini hercümercin iç ve dış politikanızda yarattığı keşmekeş… Tüm bunlar ülke aydınlarının ve politikacıların bütün güçlerini askeri faaliyetlere ayırmasına sebep olur. Öyle ya imparatorluk çöküyor, buna çözüm aranmalıdır. İlk görülen arıza cephede bozulan ordular olduğuna göre, orduyu güçlendirmelidir. Bu mantıkla milletin vergileri diğer milletlerde görülmeyen oranlarda bir fazlalıkla savunma harcamalarına ayrılır. Bütün enerji bu alana verilince de sivil kesim zayıflar, ekonomi çöker ve entelektüel birikim ülkenin motoru olmaktan çıkar. Bunlar ise gerçek çöküşlerdir. Bu süreci yaşayan toplumlara gerek yabancılar gerekse kendi evlatları şu suçlamayı yaparlar: “Bize yabancılar barbar diyor, hep savaş hep savaş; tarihte başka bir şey yapmamışız. Orta Asya"dan Atlantiğe kadar vurmadığımız millet kalmamış. Abi biz gerçekten barbarız.” Bu hal, bir millet için psikolojik çöküntünün göstergesidir. Dün imparatorluk kurmuş ve çeşitli milletleri huzur içinde bir arada yaşatmış bir millete kendi veletleri böyle cahilane suçlamalarda bulunur.
 Dahası vardır, bütün gücünü askeriyesine veren bu milletler, ekonomide ve kültürde geri kalmaya mahkûmdurlar. Mesela bizde Osmanlılar çöküşün önüne geçmek için mecburen Avrupai okulları hep askeri alanda açtılar. Bu gün hastaneden tedavi olup çıkmanın adı neden “taburcu” olmaktır. Çünkü er veya subay tedavisi bitince taburuna gider de ondan. Osmanlı askerini tedavi etmek için askeri tıbbiye kurmak zorunda idi, sonra baktılar ki, ordunun hayvanları, atı katırı da savaşta tedavi gereken duruma düşüyor. O halde askeri baytar mektebi de açalım demişler. Tabii haklı olarak. Bundan sonra bu ülkede sivil halkın da tedaviye ihtiyacı olduğu düşünülmüş ve sivil tıbbiye askeri tıbbiyenin içinde kurulmuş. Sivil tıp öğrencileri de sabahları “hazrolll” komutlarıyla tedrise başlamış, hatta üniforma ve şapka giymiş. Al sana emir almaya amade aydınlar! Netice olarak önce katırlarımızın tedavisi düşünüldü, sonra bizimki. Bu politikanın sonucu rejimin militaristleşmesi ve kolay demokratikleşememesidir. Zira en iyi okullar ve en iyi eğitim Osmanlı"nın son döneminde askeri alanlarda idi. Dolayısıyla sivil okullar bir sivil Mustafa Kemal, bir sivil Fevzi Çakmak yetiştiremediler. İnönü, Karabekir, Cebesoy ilh. İnsanlar okullarda neyin eğitimini aldılarsa devr-i iktidarlarında toplumu o alana yönelttiler. Vatan tehlikede idi, o halde bütün gücümüzü ve enerjimizi “milli güvenlik” konularına vermeliydik. Vatan tehlikede ise “gerisi laf ü güzaf”tı. Sivil ihtiyaçlar “Hassoların Memoların” sayıklamalarıydı. Dikkate alınmasalar da olurdu. Gazeteci Ali Bayramoğlu"nun çok yerinde tespitiyle “Milli Güvenlik Rejimi” böyle doğdu. Öyle ki demiryolları bile yapılırken askeri mülahazalar dikkate alındı. Sivil ve iktisadi ihtiyaçlar ikinci plana itildi. (Devamı haftaya)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fahri Sakal Arşivi
SON YAZILAR